Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Mayıs 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Selim GÜNDÜZALP

Duâların anası, anaların duâsı



İnanmak zor. Ömrümde hiç böyle güzel günler görmedim. Ocak ayının başında bile, yazdan kalma bir gün. Damlardan sarkan buzlar, diz boyu karlar yok artık. Annemin tâbiriyle gülüyor her yer. Ortalık günlük güneşlik. Seyirlik, şenlik. Bu yıl ekimde bile, bu havalara hasrettik. Ne oldu böyle, nazar mı değdi mevsimlere? Rabbimin işine karışılmaz, vardır bir hikmeti. Ama ne diyeceğiz yeni doğan bebelere? Ahirzaman gülüdür, kokusuz olur; ahir zaman kışıdır, karsız olur mu diyeceğiz. Bilemiyorum. Mevlâ hayreyleye…

Mavi göklerin altında, pırıl pırıl parlayan güneşlerin çocuğuyum. Aslında bunlar, benim sevdiğim havalar. Uçarcasına yürüyorum sokağımda. Adımlarımın hedefi belli. Minarelerden davudî bir ezan sesi yükseliyor. İnsanı tâ kalbinden yakalayan. Bir yerleri düşünmeden edemezsiniz. En aziz, en mübarek hatıraların kucağında olmak ne güzel. Rüzgâr, saygılı bir eda içinde susmuş, o da ezanı dinliyor sanki. Kalbime dokunuyor bu sesin çağrısı. Ağlamaya az kaldı. O saf yanım, çocukluğum yanıbaşımda. Bu sesin ezelden sevdalısı o. Sevdiklerimi, evvel giden ahbabı arıyorum, babamı, babaannemi, dedemi. Uzakta değiller biliyorum. Bir nefes duâ kadar, yakınımda bir yerdeler. Yalnız değiliz, Allah ile beraber olunca. Yalnız değiliz, dilimiz duâya durunca.

Gözlerim sıra dışı bir şeyler arıyor. Dikkatle tarıyor her yanı. Beni cezbedecek bir şeyi yakaladım gibi. İşte az önümdeler. Kucağında bir çocukla annesi. Allah’ım, bu ne tatlı bir yüz, bu ne güzel bir uyku böyle. Salıvermiş kollarını, teslim olmuş âdeta. Anneciğinin sağ omuzuna dayamış altın sarısı başını. Anne de, şefkatle ve güvenle sarmış sarmalamış yavrusunu. Kıskandım doğrusu. Böyle bir fotoğrafımın olmasını çok isterdim. Hemen bu fikrimi onlarla paylaşmalıydım. Öyle de yaptım; “Hanımefendi, sakın bu ânı kaçırmayın. Ne olur uyuyan yavrucakla beraber mutlaka bir fotoğrafınızı çektirin,” dedim. Kadıncağız şaşırdı önce. Yüzünde beliren tebessüm, tamam der gibiydi. Seri adımlarla yanlarından geçtim. Bir yandan da niye bunu söyledim diye sorguladım kendimi. Hiç böyle bir fotoğrafım olmamıştı. Belki de ona hasretlenmiştim. Anne ve yavrusunun birlikteliğini, ne kadar da güzel anlatacaktır böyle bir fotoğraf. Bir resim, bin kelimeye bedel. İnsan arıyor, poz vermeden çekilmiş fıtrî bir ahval içindeki donmuş zaman karelerini. Belki de bengisu o anlarda gizli, kim bilir? Zaten o tip resimlerde de bir samimiyet var ki, çerçevenin dışına taşıyor.

Annemle beraber çekilmiş fotoğraflarımı hatırlamaya çalıştım. O kadar az ki. Hele böylesi hiç yok. Aaah ediyorum şimdi. Her özel an için bir fotoğrafım olmalıydı. Uyurken ya da mahmur gözlerle yataktan kalkarken. Oruçlu halimle, iftarı açarken ve de binbir zorlukla sahur sofrasına yürürken. Kim bilir daha nice güzel anlarım var. Bu yaşa gelince insan, sadece ve sadece mutluluğun fotoğrafını arıyor albümlerde, hatıralarda. Ey fotoğrafçı kardeşim, sen mutluluğun ve gülen yüzlerin resimlerini çek sadece. Ziya Osman Saba’nın, “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” adlı hikâyesi de bunu öğütlemiyor mu? Rahmet ve şefkat yüklü sahneleri görecek gözlere ihtiyaç var. Allahım, güzelliklerini görecek ve gösterecek güzel gözler nasip et.

Bugün gözlerim; yolda ve yüzlerde geziniyor. O sırrın peşindeyim. Kulaklarım farklı sesler arıyor. Güzellikleri görmek ve göstermek, kutlu bir görev. Hayret… İnsanlar onca emek, onca zahmet karşılığı birkaç eser görmek için sergilere gidiyor. Oysa gözümüzün önünde serili duran bu muhteşem dünya sergisinden daha şahanesi nerede var acaba? “Bunu nasıl olsa her gün seyrediyoruz,” diyeceksiniz öyle mi? Oysa her gün, her güzellik, her an yeniden yaratılmıyor mu? Bunu da mı olsun akledip düşünemiyoruz? Çok şükür birileri var. Bunu, gayet yüksek bir ibadet ruhu içinde yapanlarımız var.

Sağa sola selâm vermeden geçemiyorum. Satıcılar, sokak başlarını erkenden tutmuşlar. Can dostlarım onlar. Pazar günü dahi, ma-navlar, balıkçılar, berberler ve esnaf kahvehaneleri açık. İşte şenlik bu. Ortalık neşe kaynıyor. Yüzler gülüyor. Her birinin macerası farklı ama gayesi aynı. Hepsi helâlinden bir lokma rızık peşindeler. Her birinin içini, hayatı dikkatle yaşamak sevdası kaplamış. Onların tatil gününde dahi dükkânlarını açıp, tezgâhlarının başında görmek sevindiriyor insanı. Çalışmalarına hayranım. Tembellik damarı kırılıyor nefsimin.

İnsan hakkıyla çalışıp, helâlinden kazanmalı. Çalışmak da bir ibadet oluyor işte o zaman. Yaptığı iyiliklerin sevabını, kabrine yaşarken göndermeli. Âyet de bunu öğütlüyor: “İnsana kendi eliyle kazandığından başkası yoktur.”

“Işığını önden gönder yavrum, kabirde önden giden ışık daha fazla aydınlatır” diyen bir annenin evlâdına yaptığı öğüdü hatırlıyorum. Bizim satıcılar öğütlü, duâlı insanlar. Anne duâsını, duâların anasını alıp da yola çıkmışlar. Yakından tanıyorum bazılarını. Boş değiller, arkaları sağlam. Duâlılar, yalnız değiller.

Duâlar, özellikle de ana duâsı koruyucu meleğidir insanın. Buna gönülden inananlardanım. Hem de ziyadesiyle. Anamın duâları, her müşkülümde Hızır gibi yetişir imdadıma...

“Anamın duâları üzerimde olmasa

Yıkılır sırtımı verdiğim duvar

Kopar, elime gelir tutunduğum dal

Kapımı çalmaz bahar”

Yavuz Bülent Bakiler de bu şiiriyle, duygularıma tercüman olanlardan.

Necip Fazıl Kısakürek’de, duâyı ve anayı el üstünde tutanlardan;

“Anne girdin düşüme.

Yorganın olsun duâm

Mezarında üşüme.”

Anne, annem. Annelerimiz, ah. Gözümü açıp da gördüğümüz ilk sîma. Acaba ne kadar hatırlayabiliyoruz o melek yüzü. Bizi kollarına aldığı o ânı. Ne sevinmişti kim bilir? O ölümlerden dönerken, biz hayata yürüyorduk. Rabbinin lütfettiği bir yüce emaneti bizi, evlâdını “yavrum” deyip bağrına bastığı o ana, kim bilir kaç melek şahit olmuştur? Bu ânın fotoğrafını görmek isterdim. Bu mu’cizeyi sadece ikimiz yaşamıştık. Kim bilir, ne muhteşem bir gündü o? Anneler unutmaz. 9 ay 10 gün karnında taşıdığı yavruyu unutur mu hiç? Analar, kanını canına kattıklarının hayatına, yaşarken de duâlarını katar gönderirler. Mırıl mırıl duâlar ederler. Esirgemezler. Şefkat kahramanıdır onlar. Hayat pınarıdır analar. Duâsız bir ana düşünemiyorum. Anaların dilleri duâlıdır, duyarlıdır.

Olmuyor, onlarsız olmuyor. Hiçbir şey olmuyor. Duâları, hayatımız kadar kıymetli. Hayatımız da duâlarımız kadar. Anasız, duâsız olmuyor. Duâların anası, anaların duâsıdır. Peygamber Efendimiz’e (a.s.m.) biri gelerek, kime iyilik edeyim dediğinde, Peygamberimiz üç defa, “Annene, annene, annene” dördüncüde “babana” buyurmuştur.

Yine bir başka sözlerinde de: “Kelime-i Şehadet ve anne babanın yaptığı duâ hariç, her şey ile Allah Teâlâ arasında bir perde vardır,” buyururlar.

...

Saadet asrından ibretli bir başka olay. Sahabeden Alkama isminde bir zat son nefesini vermek üzeredir. Fakat bir türlü dilini döndürüp de Kelime-i Şehadeti getiremez.

Korku ve heyecan içinde Hz. Peygambere koşan ailesi olanı biteni anlatır.

Durumu ciddî bulan Hz. Peygamber, Alkama’nın annesini çağırtır. Sorar:

“Oğluna darılmışlığın var mı, seni kırmış mıydı?” der. Yaşlı kadıncağız, önce söylemek istemese de sonunda itiraf eder:

“Bir defasında, hanımının yüzünden beni kırmış, haksız yere beni incitmişti. Hâlâ gönlümde o sert sözlerinin kırıklığı vardır.”

Bunun üzerine kadını merhamete getirmeyi düşünen Hz. Peygamber (a.s.m.):

“Öyle ise odun toplatacağım, oğlunu burada yakacağım. Çünkü ben burada yakmasam, Allahü Teâlâ âhirette Cehennemde yakacak. Ama sen hakkını helâl edersen, yanmaktan kurtulur, Allah da affeder” buyurur.

Oğlunun yanmasından korkan kadıncağız, hemen orada hakkını helâl edince, Efendimiz (a.s.m.) emreder:

“Gidin Alkama’ya bakın, dili çözülmüş mü, Kelime-i Şehadeti getirebiliyor mu?”

Gidip bakarlar, Alkama’nın Kelime-i Şehadeti getirdiğini duyarlar.

Alkama’nın cenaze namazında bulunan Efendimiz (a.s.m.) oradaki gençleri şöyle ikaz eder: “Ana babaya itaatsızlık, onların gönlünü kırıp bedduâsını almak, ahiretten önce dünyada karşılığı gelen bir büyük günahtır. İşte Alkama’nın hâli buna güzel bir ibrettir. Sizi büyütüp besleyen, ana babanızın gönlünü kırmayın, kalbini yaralamayın. Sonra aynı âkıbete uğrar, Kelime-i Şehadetten mahrum ölürsünüz.”

...

Ne güzel demiş şair:

“Ana başta taç imiş

Her derde ilâç imiş

Bir evlât pir olsa da

Anaya muhtaç imiş.”

Anaya duyulan ihtiyaç, az ve öz bu kadar anlatılabilir.

Anacığım, duy sesimi. Anacığım, duâlarına muhtacım. Esirgeme benden ve bizden duâlarını. Su gibi akan, bir nefes gibi dilinden kayıp giden duâlarınla yaşıyorum. Rabbim, duâlarının bereketiyle işlerimi kolaylaştırıyor, sıkıntılarımı gideriyor…

“Allah gülen yüzünü hiç soldurmasın...

Kuşlar gibi gidin, kuşlar gibi gelin.

Sadece dünyalık yaşamayın, sakın ahireti unutmayın.

İyi insan, her yerde iyidir yavrum. Allah, iyi-lerden ayırmasın.

Aman Kur’ân’ını mutlaka oku. Sakın namazını bırakma. Bak işlerin nasıl güzelle-şecek.

Allah ferahlık versin. Kimseden fayda yok, Allah’a emanet ol.

Ben sizi koruyamam, Allah (cc) korusun.

Sen beni nasıl arıyorsan, seni de böyle arasınlar inşallah.

Elâleme fırsat vermeyin, bir mesele varsa kendi aranızda halledin arkadaşlarınızla. Fitnesiz, fesatsız halledin işlerinizi.

Kuşlar gibi uçayazın. Kuşlar gibi geleyazın.

Bir cebinizden altın, bir cebinizden gümüş aksın.

Yarın Hakk’ın huzuruna çıkacağız, Kur’ân yoldaşın olsun.

Kur’ân’ı oku ki, her iki dünyada da faydası olsun.

Ne olur, hiç olmazsa günde bir sayfa oku. Gücenme sakın sözümden. İyilik olsun diye söylüyorum...” demeyi de ihmal etmezdin. Ve ardından da; “Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber Efendimiz’e (asm) ve Fâtıma anamıza komşu etsin. Mevlâm, hayırlar versin. Evvel Allah, kapı gibi arkanızdayım,” derdin. Duâlarını yazmaya kalksam, sayfalar almaz. Bitmez ki senin o güzel duâların. Hayatın duâ olmuş. Duâ da hayatın. Bize ne güzel bir ders veriyorsun. Başımız dara düştüğünde, duâlarına sığındık hep. Yanılmadık, aldanmadık. Duâların, derdimize deva oldu. Ruhumuzun kanayan binbir yarasına, her duân bir şifa oldu. Anaları ve duâları yarattığı için Rabbime hamdolsun.

Rabbimizin şefkati analarda tecellî eder ya; bundan olsa gerek analar çocuklarını hiç büyütemezler; çocukları hep çocuktur onların gözünde. Hoş bir nükte duymuştum, şöyle idi: Birisi doksanlık annesine bir gül gibi bakıyor, onu hiç incitmemeye, Kur’ân’da ifade edildiği gibi “Öf bile demeyin!” ilâhî emrine uymaya çalışıyor, hizmetinde bulunuyormuş. Bir gün annesini ziyarete gitmiş. Annesi de onu dizine yatırmış, eliyle saçını, sakalını tarıyor, yanağından öpüyor ve onu bir bebek gibi seviyormuş. Adam dayanamamış, mahcup bir edayla: “Ana benim saçım, sakalım ağardı, dedeyim artık, torunlarım var, utanıyorum” deyince, annesi suratına bir şefkat tokadı indirmiş ve “Sen ne de çabuk büyüyüverdin” demiş.

Rabbim, elimizin altında nice hazineler var da bilemiyoruz kıymetini. Bilenlerden eyle, affeyle, bağışla bizi. Analarımızın duâlarını, üzerimizden eksik eyleme Rabbim. Analarımıza hayırlar lütfeyle. Hastalık, yalnızlık ne varsa, onlardan uzak eyle. Onlar gönül tâcımız, her işte duâcımız. Madem rahmetini annelerde tecellî ettirdin Rabbim, öyle ise onların duâlarını da müstecap eyle. Bizim için ettikleri hayır duâlarını da kabul eyle. Anneciğini özleyen, yüzünü bile görmeyen, başını göğsüne dayayıp bir kerecik olsun o sinelerde yatıp uyuyamayan nice şefkatli yetimler, öksüzler var Allah’ım. Onlara anne acısını hissettirme. Sen ki Rahmansın, bütün mahlûkatta tecellî eden rahmetlerin toplamı, Senin sonsuz rahmetinin yanında bir damla bile değildir.

Anaları yâr eyleyen, duâlarını var eyleyen Allahım, bizleri hiçbir vakit dar eyleme. Bîkarar eyleme. Sevgili Habibi’nin annesi Hz. Âmine Hatun hürmetine, büyük anamız Hz. Hatice, Hz. Âişe hürmetine, Hz. Fâtıma hürmetine bizim annelerimizi affeyle. Annelerimizin yüzü suyu hürmetine bizleri de affeyle. Onların hakkımızdaki hayır duâlarını lütfen kabul eyle.

Havva’lar, Fâtıma’lar, Emire’ler, Behiye’ler, Nuriye’ler, Kerime’ler, Emine’ler, Rahime’ler, Âişe’ler, Fethiye’ler, Naciye’ler, Lütfiye’ler, Raife’ler, Mümine’ler, Müzeyyen’ler, sayısız nice nur anneler, nice isimler var. Mahallemizin, sokağımızın konu komşularımızın, yakınlarımızın, şehrimizin ve ülke-mizin insanlarının tek tek isimlerini de katı-yoruz bu duâlara. Bütün inananların sevgili anne ve babalarının isimlerini de. Rabbim sonsuz rahmet, afiyet ve bereketler ihsan eylesin hepiciğine inşallah. Allahım; dünyanın her yerindeki yaşamış ve yaşamakta olan, Hz. Peygamberimizin (a.s.m.) bütün ümmetinin hepsine tek tek ve özel rahmet eyle. Kabir azabından ve cehennem ateşinden hepimizi muhafaza eyle. Âmin...

Bu yazıyı, annemin iki yaşında iken kaybettiği ve yüzünü hiç hatırlamadığı annesi Emire Hanımın aziz ruhuna ithaf ediyorum. Duâlarla ve fatihalarla… Sevgili annelerini unutmayan evlâtlara da duâlarımla beraber armağan olsun…

...

Hepimizin çok sevdiği (Gani) Nihat Ağabeyimizi ve onun ardından kısa bir süre sonra da annesini ebedî âleme uğurladık. Otuz bir sene önce onun başlattığı güzel hizmetlerden biri olan, Cuma namazı sonrası verdiğimiz kuru fasulye ve pilav âdeti hâlen de devam ediyor. Diliyorum ki, Gani olan Rabbimiz, ilk başlatıcısı olduğu için ona sevabını gani gani versin. Ayrıca sohbetlerini ve zencefilli çaylarını da hiç unutmayacağız. Okuyucularımızdan bu ağabeyimize ve annesine Fatiha’larını ve duâlarını esirgememelerini rica ediyorum.

10.05.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (26.04.2008) - Cihana bedelsin Sultanım

  (12.04.2008) - Allah'ım, Sana'dır duâlarım

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT