Siyasette bir oyalanma ve avutma dönemi yaşanıyor. İktidar partisini “kapatma dâvâsı” üzerinden âdeta bir “medya geyiği” oluştu. En son Başbakan’ın Can Paker’in evindeki yemekte bazı gazetecilere ne dediği ya da “deyip demediği”yle sütunlar, sayfalar dolduruluyor.
Gittikçe bir “geyik muhabbeti”yle televoleye dönüşen en son Başbakanlık’tan peşpeşe, “Sayın Başbakanımıza atfedilen ifâdelerin doğru olduğu anlamına gelmemektedir” türü muğlak ve zorakî açıklamalarla süren tartışmalar, magazinel spekülasyonlardan öteye geçmiyor. Hatta AKP’nin kapatılması ve ATV-Sabah’ın satılmasından da bahsedilmediği özellikle ‘vurgulanıyor.’
“Kayıt tutulmayan özel bir sohbet sırasında konuşulanlar”ın muhtevasından ziyade, menüde neler olduğu dedikodularla geçiştiriliyor…“İçeriden ve dışarıdan dedikodular”da ne Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğunun kesintiye uğraması tehlikesinden, ne müzâkere sürecinin tıkanmasına karşı çıkış yolundan ve ne de uyum yasalarından tek kelime nakledilmiyor…
* * *
Keza daha yeni değiştirilen Türk Ceza Kanununun 301. maddesinin yetersizliğinden, uygulamadaki öneminden, devamında düşünce ve ifâde özgürlüğüne dair düzenlemelerin gelip gelmeyeceğinden, rafa kaldırılan “yeni anayasa”nın, demokratikleşme ve özgürlüklerin akıbetinden söz edilmiyor… Belli ki onca iç ve dış mesele bir defa daha ıskalanıyor; “kapatma dâvâsı”nın kapattığı Türkiye’nin gerçek gündeminin üstü kapatılıyor…
İşin garip tarafı, antidemokratik dayatmalardan şikâyet eden Başbakan ve partisi de bu oyalama oyunundan memnun. Çoğu ötelenen asıl gündemin kaçırılmasından hoşnut… Özellikle inanç ve mânevî meselelerdeki “icraatsızlığı”nın son demde bir “kurtarıcı” gibi “kapatma dâvâsı”nın gölgesinde kalması, siyasî iktidarın işine geliyor.
Zira bu gölgeleme ile, global kriz dalgasının ekonomiyi vurması, yeniden çift rakamlara tırmanan enflasyon, vâhim bir biçimde artan carî açık gündem dışı kalıyor. Hatalı tarım politikalarının yol açtığı hububat ve gıda krizi, bir tek “pirinç fiyatları”na indirgeniyor. Varsa yoksa “kapatma dâvâsı”; bunun dışında olup bitenler çoğu kez tartışma konusu bile edilmeden gözler kaçırılıyor…
* * *
Meselâ, iktidar partisi tarafından genel seçimlerde meydanlarda alabildiğine istimal edilen süreçte Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinin ülkeye, demokratikleşmeye, temel hak ve hürriyetlerin kazanılmasına ve hatta AKP’ye ne faydası olduğu konuşulmuyor. Ahmet Hakan’ın dediği gibi, kimse “Abdullah Gül’ün Çankaya’daki yalnızlığına, çırpınışına, etkisizliğine, hareket kabiliyetinden yoksun kalışına, önyargı duvarlarıyla sarmalanmış olmasına” bakmıyor. İnadına Gül’ün seçilmesiyle Çankaya’nın “kazanılmış bir mevzii”den çok “kaybedilmiş bir mevzii” haline geldiğinin üzerinde durmuyor.
Meselâ Gül’ün, 28 Şubat sürecinde mevhum “irtica ile mücadele” için kurulan “Batı Çalışma Gurubu”nun yerine ikame edilen “Başbakanlık Tâkip Kurulu” üyesi, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü iken aralarında Yeni Asya yazarlarına da açılan “deprem İlâhî ikaz” dâvâlarının soruşturmasını hazırlayan Ali Suat Ertosun’u, üç aday arasında Yargıtay üyesi olarak seçmesinin anlamı sorulmuyor. Sezer’in yargı mensupları arasında ilk kez “devlet üstün hizmet madalyası”yla ödüllendirdiği Ertosun’un Gül tarafından tercihinin, seçim meydanlarında propaganda edilen “dindar cumhurbaşkanı” lansesiyle ne derece uyumlu olduğu sorgulanmıyor…
Magazinel dedikodularla sadece iç gündem değil, dış gündem de gündem dışı kalıyor. Türkiye’nin Irak’ta çıkmaza giren işgalcilere verdiği desteğin kaybettirdikleri, Kuzey Irak’ta ve Kerkük’te “stratejik müttefik”çe silinen kırmızı çizgileri, Afganistan’a “ek muharip asker” emr-i vakisiyle karşı karşıya bırakılması, İsrail ve Suriye arasındaki “arabuluculuğa” soyunmanın neticesi, tartışılmıyor…
Kısacası, içte “laiklik”e odaklanan “kapatma dâvâsı”yla Türkiye’nin iç ve dış gündemi gündemi kapatılıyor…
10.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|