Sabah ve atv’nin Çalık grubuna satışıyla ilgili tartışmalar, dozu bir miktar azalarak da olsa sürüyor. Sadece bu satışın, Erdoğan için bir “Yüce Divana sevk” gerekçesi olacağını iddia eden siyasetçiler dahi oldu.
Tabiî, Yüce Divan meselesi hem siyasette, hem de hukuk çevrelerinde tartışmalı bir konu.
Çoğu zaman siyasî mülâhazalarla, yerli yersiz açılan Yüce Divan dâvâlarının çoğunun “fos” çıktığı biliniyor. Siyasî mücadelenin, zarurî ve kaçınılmaz haller dışında, araya yargı faktörünü sokmadan yürütülmesi gerektiği de bir vâkıa.
Çoğunlukla siyasî husumetten kaynaklanan iddiaların, her fırsatta “siyasallaşmak”la eleştirilen yargıya götürülmesinin bir mantığı var mı?
Siyasî hesaplaşmaların prensip olarak siyaset zemininde ve sandıkta yapılması gerekmez mi?
Yüce Divan fonksiyonunun hangi organ tarafından üstlenileceği de yüksek yargıda hâlâ sonuca bağlanmamış bir tartışma konusu. Yargıtay bu görevi AYM’nin yapmasına itiraz ediyor.
Sabah-atv satışını Yüce Divan gerekçesi olarak gösterenlerin dayandığı birkaç madde var.
Bunlardan biri, Çalık Holding Ceo’sunun, Erdoğan’ın damadı olması. Anlaşılan o ki, evvelce hayli zaman sürdürdüğü ticarî ortaklıkları sebebiyle başı ağrıyan Erdoğan şimdi de aile efradının benzer faaliyetleri sebebiyle sıkıntı çekecek.
Üstelik bu sıkıntı onunla sınırlı değil. Unakıtan başta olmak üzere bazı bakanların çocuklarının ticarî faaliyetleri de hep tartışma konusu.
Gül’ün küçük oğlunun, sosyal güvenlik reformu yürürlüğe girmeden erken yaşta sigorta ettirilenler kervanına dahil edilmiş olması cabası.
Sabah-atv satışıyla ilgili tartışmaların bir diğer sebebi, 1.1 milyar dolarlık ihale bedelinin 750 milyon dolarının iki kamu bankasından alınan kredilerle karşılanması; bir diğeri, Katarlı bir ortağın da finansör olarak işin içine girmesiydi.
Eleştirenler, “Çalık’ın Ceo’su Başbakanın damadı olmasaydı, kamu bankaları o kredileri verir miydi?” noktasından hareketle yükleniyorlar.
Tüm bu itirazların arkaplanında, Türkiye’deki yerleşik medya yapılanmasının ciddî şekilde değişiyor ve bir “AKP medyası”nın gelişiyor olmasına yönelik tepkilerin yattığı ayrı bir vâkıa.
Sektörde belli bir grubun adeta tekel oluşturan hakimiyetine dayalı mevcut yapının sağlıklı olmadığı kesin. Ama bu yapıyı AKP endeksli bir karşı ağırlıkla dengeleme çabaları da sıkıntılı.
Bu tartışmaya bir de mâlûm hassasiyetleri taşıma girişimleri var. Nitekim Sabah-atv satışını en çok eleştirenlerin başında gelen Doğan grubunun bir üst düzey yetkilisi, Çalık’ın ortağı olan Katar firması için şöyle bir çekince koyuyor:
“Biz Arap sermayesine karşı değiliz. Ancak medya sektörüne yatırım yapacakların, ülkemizin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti uygulamalarına duyarlı olması hayatî önem taşıyor.”
Yani demek istiyor ki, “Arap sermayesi medyaya da girerse irtica tehlikesi iyice azgınlaşır.”
Sektördeki rekabetten kaynaklanan itirazları bir dereceye kadar anlamak mümkün. Ama işi buraya vardırıp, rejim meselesi haline getirip, mâlûm “zinde kuvvetler”i de satışa müdahil olmaya çağıran provokatif tavırların anlamı ne?
Bu ahlâk dışı tahriklerden medet umanlar, Arap medyasını, hele Katar’ın da dahil olduğu Körfez bölgesinde çıkan gazeteleri üstünkörü de olsa gözden geçirme zahmetine katlansalardı, kendi laiklik ve çağdaşlık anlayışlarıyla hiç çelişmeyen bol miktarda örnekle karşılaşırlardı.
Bu arada şöyle birşey daha oldu:
Mâlûm grubun, kendisini “basının amiral gemisi” olarak niteleyen ve 60. yılını kutlayan gazetesi, başından beri “Atatürk ilke ve devrimlerinin takipçisi” olduklarını tekrar ilân ederken, Çalık da Sabah ve atv’yi devraldıktan sonra çalışanlara yaptığı konuşmada temel ilkelerinden birini “Atatürk devrimleri” olarak deklare etti.
AKP ile sistem arasındaki “En hakikî Atatürkçü kim?” kavgası burada da yüzünü gösteriyor.
10.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|