Eskiden Burma, sonra Birmanya olarak bilinen, yeni adıyla Myanmar, Bangladeş’le Tayland arasında bir Uzakdoğu ülkesi.
Bu ülke geçen yıl, neredeyse yarım asırdır iktidarı elinde tutan askerî cuntaya karşı rahiplerin yaptığı protesto eylemleriyle gündeme geldi.
Eylemler cunta tarafından çok sert ve kanlı bir şekilde bastırıldı. Mabedlere baskınlar yapıldı, birçok rahip bilinmeyen yerlere götürüldü.
Kanlı operasyonun bilânçosu ise bilinmiyor.
Bir süre dünya gündeminde yer tutan bu olay bilâhare “unutuldu.” Myanmar halkı ve rahipler tekrar cuntanın mezalimiyle başbaşa bırakıldı.
Aradan aylar geçti. Ve son günlerde ülke bu defa çok farklı bir sebeple yine gündeme geldi.
Görülmemiş şiddette esen bir kasırga felâketi Myanmar’ın bazı bölgelerini harabeye çevirdi. On binlerce insan hayatını kaybetti veya kayboldu. Bazı yerleşim yerleri haritadan silindi.
Yol açtığı kayıpların ve tahribatın boyutları hâlâ tam olarak belirlenemeyen bu korkunç afet sonrasında cuntanın tavrı da ayrı bir felâket tablosu oluşturdu. Zavallı halk ortada bırakıldı.
Geçen yıl protestocu rahipleri dağıtırken veya mabedleri basıp din adamlarını karga tulumba derdest ederken fevkalâde dinamik ve enerjik reflekslerle hareket eden askerî kuvvetler, kasırga sonrasında tek kelimeyle “arazi” vaziyeti aldı.
Ortalıkta günlerce tek bir asker gözükmedi.
Böyle olunca, kasırgadan sağ kurtulan felâketzedeler kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kaldılar. Devrilen ağaçları kör testerelerle kesip yolları açma işini dahi onlar üstlendi.
Geçen yıl askerlerin itip kaktığı rahipler halkla birlikte yara sarma seferberliğine katıldılar.
Ama evleri yıkılan; gıda, temiz su ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanması için mutlaka yardıma ihtiyaç duyan insanların kendi başlarına bu zorlukların üstesinden gelmeleri mümkün değildi.
Ve bu iş, cuntanın da boyunu aşıyordu.
Myanmar’ın bu felâketin şokunu atlatıp evvelâ âcil ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, sonra da yaralarını sarıp tekrar derlenip toparlanabilmesi için uluslararası yardıma şiddetle ihtiyacı vardı.
Ama yarım asırdır ezdiği halkını böylesine bir felâket karşısında yüzüstü bırakan cunta, inanılmaz bir şekilde dış yardımlara da kapıyı kapattı.
Gelen haberlere göre cesetlerin yerleri kaplayan sularda yüzdüğü, ülkenin en önemli gıda kaynağı olan pirinç tarlalarının yok olduğu, salgın hastalık tehlikesinin başgösterdiği ülkede cuntanın başı normale dönüldüğünü söylüyor!
21. yüzyıl dünyasında böyle bir tablo...
Doğrusu inanılması çok zor, ama gerçek!
Felâket ve musibetleri “geçmiş günahların cezası ve keffareti” olarak niteleyen Bediüzzaman, felâketten de saadet doğabileceğini ifade ediyor.
Bakalım, Myanmar’daki kasırga felâketi, neticede ülke halkını yarım asırdır baskı altında inim inim inleten gaddar cuntanın sonunu getirerek böyle bir saadetin kapısını aralayacak mı?
Mâlûm, üç buçuk yıl önce yine oralarda özellikle Endonezya’nın Açe bölgesini vuran ve yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği bir tsunami felâketi yaşanmıştı. Son derece büyük bir acıydı.
Ama vesile olduğu hayırlardan biri, Jakarta ile Açe arasındaki silâhlı gerilimi yumuşatıp çözüme yaklaştıran yeni bir iklim doğurması oldu.
Bütün bölge halklarının, dinleri ne olursa olsun, felâketi İlâhî ikaz olarak yorumlayıp hayatlarına çekidüzen vermeleri işin ayrı bir boyutu.
Biz de 17 Ağustos 1999’da deprem felâketine maruz kaldık. Ve bugün Myanmar’da olup bitenlerin farklı, ama benzer bir versiyonu, 28 Şubat Türkiye’sinde yaşandı. Baskı ve dayatmada gösterilen hüneri, yardım ve kurtarma faaliyetlerinde göremedik. Dahası, gönüllü yardımlar engellendi.
Ama kazançlarımız da oldu. O güne kadar bizi reddeden AB, 28 Şubat’ı da sona erdirecek olan adaylık sürecimizi o felâketten sonra başlattı. Bu imkânı kullanabilsek daha çabuk düze çıkacağız.
Felâketten saadete geçiş de çok kolay olmuyor.
09.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|