Aslında Peygamber Efendimizin (a.s.m.) doğum günü, kamerî takvime göre Rebîül-evvel ayının 12’sidir. Ve bu yıldönümü Mevlid Kandili olarak kutlanırken, diğer mübarek geceler gibi, milâdî takvime göre her sene on bir gün öne gelerek yılın bütün mevsimlerini dolaşır. Bilindiği gibi, bu yılın Mevlid Kandilini geçtiğimiz 19 Mart gecesi idrak ettik.
Ama son yıllarda, bu müstesna yıldönümünü milâdî takvime göre de kutlama geleneği yerleşti. Diyanet’in başlattığı bu güzel gelenek, Peygamberimizin dünyaya teşrif ettiği 20 Nisan’ı başlangıç alan bir hafta olarak organize edildi.
Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde düzenlenen etkinlikler kısa zamanda topluma mal oldu ve Diyanet’in ötesinde, değişik sivil toplum kuruluşları da aktif şekilde kutlamalara katıldılar.
Ne var ki, Müslüman bir milletin kendi Peygamberine duyduğu derin sevgi ve bağlılığı izhar etme vesilesi olarak bu etkinlikler memnuniyetle—veya en azından saygıyla—karşılanması gerekirken, birilerini fena halde rahatsız etti.
Bu rahatsızlığın geçen yıl 27 Nisan gecesi açığa vurulduğu yerin Genelkurmay internet sitesi olması ise ayrı bir hicran ve üzüntü sebebi oldu.
Gösterilen gerekçe, Kutlu Doğum etkinliklerinin, aynı günlere rastlayan 23 Nisan kutlamalarına alternatif haline getirilip, böylece 23 Nisan’ın gölgede bırakıldığı gibi tuhaf bir iddia idi.
Oysa bu iddianın hiçbir aslı esası yoktu.
Herşeyden önce, 23 Nisan’ın Millî Egemenlik Bayramı olarak ilânına dayanak oluşturan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1920’de o günkü açılışının nasıl bir atmosferde gerçekleştiği hatırlanırsa, Kutlu Doğum etkinliklerinin 28 Nisan’ı gölgelemek bir yana, tam tersine Meclisin temeline atılan ilk harçla tam bir uyum arz ettiği ve o mânâlarla tamamen bütünleştiği görülür.
TBMM’nin açılış günü, mübarekiyetinden istifade için özellikle Cuma’ya tevafuk ettirilmiş; M. Kemal imzalı bir yazıyla, üç gün öncesinden itibaren en ücra köyler ve en küçük askerî kıtalar dahil, vatanın her köşesinde hatimler indirilmesi, Buharî-i Şerifler okunması, minarelerden salâvat-ı şerifeler tilâvet edilmesi istenmişti.
Ve 23 Nisan Cuma günü de Hacıbayram Camiinde Cuma namazı öncesinde mevlid okunmuş, namazdan sonra hep birlikte Birinci Meclis binasına gidilmiş; milletvekillerinin, askerlerin ve halkın katıldığı bir merasimle kurbanlar kesilip dualar edilerek açılış gerçekleştirilmişti.
Bediüzzaman’ın “milletin kalbi” olarak nitelediği TBMM’nin hizmete giriş serencamındaki bu manevî atmosferi bilâhare unutturup, 23 Nisan’ı bu mânâlardan kopararak işi tamamen laik bir çerçeveye oturtanların, Kutlu Doğum etkinliklerinden rahatsız olmaları normal sayılabilir.
Ama bu telâkkînin tarihî gerçeklerle de, milletimizin büyük ekseriyetinin düşünce tarzı ve hissiyatıyla da, “Peygamber ocağı” gözüyle bakılan ordunun şahs-ı manevîsinde mündemiç maneviyat iklimiyle de bağdaştırılması imkânsız.
Hatırlanacağı gibi, 27 Nisan muhtırasına gösterilen tepkilerde öne çıkarılan nokta, daha ziyade, bu muhtıra ile demokrasinin yeni bir müdahaleye daha maruz bırakılmış olduğu hususu idi.
Ve işin bu ciheti elbette önemliydi. Ama bu müdahale yapılırken Kutlu Doğum etkinliklerini dahi irtica sayan bir anlayışa yaslanılıyor olması, çok daha vahim bir zihniyeti ortaya koyuyordu.
Kız çocuklarının tesettürlü kıyafetlerini diline dolayıp, Peygamberimizin anıldığı toplantılarda neden Atatürk’ün resminin bulunmadığını sorgulayan bir zihniyetle Türkiye nereye gidebilir?
Dindarları irtica ile suçlarken, kendi bağnazlığını, 23 Nisan’ı Kutlu Doğumdan koparacak ve milletin giderek artan bir ilgi ve heyecanla Çanakkale destanına sahip çıkmasını dahi “Çanakkale’yi mürteciler işgal ediyor” hezeyanı üretecek boyutlara taşıyabilen çarpık zihniyet, aslında bu yaptıklarıyla kendi sonunu çabuklaştırıyor.
Bazı “sadîk-ı ahmak”lar araya girmese...
23.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|