Sevgili Peygamberimizin (asm) hayatını anlatan binlerce kitap yazılmıştır. Onun doğumu ile vefâtı arasında geçen altmış üç senelik mübârek ömr-ü saadetleri, Müslümanlar için sayısız ibretli vak’alarla doludur. Bu hususta emek sarf edip eserler telif eden zatlardan Allah razı olsun ve bol hayırlar ihsan etsin.
Asrımızın büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretleri de, Peygamber Efendimizi (asm) anlatmış, ancak, kronolojik bir yol takip ederek onun beşeriyet cihetini nazara vermekten ziyade, şahsiyet-i mânevîsini ön plâna çıkarmış ve Allah katındaki erişilmez makâmını nazara vererek, mü’minlerin ona olan muhabbet ve hürmetini alabildiğine arttırmıştır.
Yaklaşık 15 veya 20 milyar yıl önce bu kâinat yoktu. Her şey sıfır noktasındaydı. Sadece kâinatı yoktan var eden Allah’ın zâtı vardı. Varlığı ezelî ve ebedî olan Cenâb-ı Hak, sonsuz gayeler için kâinatı yaratmayı irâde etti. “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmekliğimi, tanınmaklığımı istedim. Mâhlukatı yarattım, tâ onlarda mânevî cemâli göreyim” kudsî hadisiyle, takip ettiği maksatların özetini nazara verdi. Bin bir Esmâ-i Hüsnâsının nihayetsiz tecellîlerinin nihayetsiz güzelliklerini mahlûkat aynalarında hem bizzat görmek, hem de melek, cin ve insanlar gibi şuûrlu mahlûkâtına göstermek istediği anlaşılan Cenâb-ı Hak, bu muhteşem kâinatı daha nice gayeler için icat ve inşâ etti.
“Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur” hadisinden anlaşıldığına göre, yoktan var edilen ilk hakikat, Hazret-i Muhammed’in (asm) nûrudur. Bu hadise dayanarak, kâinatı büyük bir kitaba benzeten Bediüzzaman, “Nur-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir” der.
Kâinatın ilk maddesini o nurdan yaratan Cenâb-ı Hak, dev bir kozmik çorbayı andıran o maddeyi, isimleriyle tecellî edip ikiye ayırdı. Bir kısmını buhar, diğer kısmını sıvı hâle getirdi. Buhar kısmından yedi kat gökleri bina ederek, tohumlar gibi yıldızları içine serpti. Sıvı kısmını da köpüğe dönüştürerek, dünyamızla birlikte yedi küreyi halk etti. Bu şirin dünyamızı da, cin ve insanlar için bir imtihan meydanı yaptı. Vahiy meleği Hz. Cebrail (as) vâsıtasıyla semâvî kitaplar gönderdi ve onları tebliğ eden peygamberler tayin ederek emir ve yasaklarını teklif etti. Bütün peygamberler bu vazifelerini yerine getirdi. Ancak, insanlar iki gruba ayrıldı. Bir kısmı iman edip emir ve yasaklara boyun eğerek imtihanı kazandıkları halde, diğer kısmı inkâr ve isyanları yüzünden imtihanlarını kaybettiler. Ehl-i iman olup gereğini yapanlar cennet ve ebedî saâdete namzet olurken, inkârcılar ebedî azap ve cehenneme müstehak oldular.
Peygamberler içinde son nebî Hazret-i Muhammed’in (asm) farklı bir yeri ve değeri vardı. Allah (cc) onun için “Ey Habibim! Sen olmasaydın, seni yaratmayacak olsaydım; eflâkı ve âlemleri yaratmazdım” buyuruyordu. Kâinat, onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştı. O olmasaydı, hiçbir şey vücuda gelmeyecekti. Çünkü, Allah’ın kâinatı yaratmasındaki İlâhî maksat ve gayeler, ancak onun vücudu ve açıklamalarıyla bilinir. Bu mânâyı îzah için Bediüzzaman “Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa, mânâsız bir kâğıttan ibâret kalır” demektedir. Bu îtibarla, Hazret-i Muhammed’in (asm) vücudu, bu kâinat sarayının îcadına vesile olduğu gibi, insanların onun tâlimat ve tebligatını dinleyip amel etmeleri, kâinatın vücudunun devamına sebeptir. Elbette yeryüzünde onu dinleyip iman etmiş kimse kalmadığı zaman, Kâinatın Sahibi kıyametle onu harap edecek ve dünya hayatının hesabını görmek üzere âhiret şeklinde tekrar yaratıp, herkesi lâyık ve müstahak olduğu yere gönderecektir.
Hazret-i Muhammed (asm) öyle bir peygamberdir ki, sadece onun beşerî ahvâli anlatılarak gerçek makamı anlaşılamaz. O, bir parmağının işaretiyle ayı ikiye ayıran, on parmağından on musluklu bir çeşme gibi su akıtıp susuz kalmış ordusuna içiren, iki kişilik yemekle yüz seksen kişiyi doyuran, beş bin melekle Bedir Muharebesinde desteklenen ve Hz. Cebrail’in (as) cennetten getirdiği Buraka binerek, onun refâkatinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan yedi kat gökleri geçip Hz. Cebrail’i de (as) geride bırakarak Sidretü’l-Müntehada, Kâb-ı Kavseyn makâmında, Ezel ve Ebed Sultanı olan Âlemlerin Rabbiyle görüşen yüce peygamberdir. Mahşer günü, duâsı kabul edilen ve şefaat-ı uzma sahibi olandır.
Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle her tarafta olduğu gibi, Düzce ilinde, Yeni Asya Seminer Salonunda bir saat boyunca Kâinatın Efendisinin mânevî şahsiyetini anlatmaya çalıştık. Emeği geçen herkesi tebrik ederken, o Kutlu Nebînin şefaatına nâil olmamızı Cenâb-ı Haktan niyaz ediyoruz.
23.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|