İnsanlar bir metnin anlaşılırlığını daha çok anlamı bilin(e)meyen kelimelere göre değerlendirirler. Meselâ bir kitap anlaşılamıyorsa, mutlaka anlamı bilinmeyen kelimelerden dolayı anlaşılmamıştır. Oysa ben bugünlerde farklı bir sebepten dolayı bazı metinleri, daha doğrusu çoğu metinleri anlayamama gibi bir problemle karşı karşıyayım. Özelikle insanı şaşırtmaktan, insana sadece hafif bir haz vermekten öteye gitmeyen ve bir bakıma, kerameti kendinden menkul bir anlam anarşisi içinde “yalancı” bir edebiyatı barındıran metinleri kastediyorum.
Rivayet olunur ki, köye yeni bir vâiz gelir. Vâiz kürsüye çıkar. Dilinden sureta endamlı kelimeler öylesine dökülür ki, kimi insanlar ağlamaktan kendilerini alamamış. Cemaat içinde bulunan bir âlim şaşırır. Namazdan sonra, gözü yaşlı birine, “Kardeşim, vâiz ne anlattı da bu kadar ağladın?” diye sorar. Yaşlı adam, “Vallahi bilmiyorum; ama anlattıkları beni çok ağlatıyor” diye cevap verir. Bence bu aralar nesirde yaşadığımız keşmekeşlik de bunu anlatıyor. Bir yazının hemen bütün cümlelerinde genelde ya başta ya da sonda bulunan yüklem, eğreti duruyor sanki. Ortalık devrik cümlelerin devirdiği anlam anarşisi içinde toza dumana karışmış. Çoğu zaman “Ne, kim, nerede, nasıl, niçin ne zaman” gibi soracak muhatabı aramak ve onları yerine oturtmakla geçiyor vaktim. Sanırım bir şiiri çözmek için mısraların kurallı cümle hâline getirilmesinin gerekliliği nesirde de boy gösterdi. Hem de daha karmaşık bir şekilde.
Baştan belirteyim. Bu tarz yazıların sahipleri ve okuyucuları “Sana ne kardeşim? Beğenmiyorsan okuma” gibi bir serzenişte bulunma hakkına sahiptir. Ancak dediğim gibi, ben böylesi bir çılgınlığın beğeni toplamasına akıl erdiremiyorum. Ve bu durum postmodernizmin ortaya çıkardığı edebiyat anlayışıyla ilgili bir şey olmasın? Söz gelimi “Dış dünyadaki gerçeklik algılanamaz, evrensel doğrular olamaz, her şey parçalı bulutludur, bütünlükten söz edilemez, dış dünya görecelidir, neyi tercih etmişsek bize göre doğru olan odur” gibi daha da uzatılabilecek “anlaşılamamazlık” yahut “anlayamama” üzerine kurgulu düşüncelerle bahsettiğim anlamı muğlak ve devrik cümlelerden kurulu yazılar örtüşmüyor mu?
Meselâ, tamamen “Hepsi narkoz altındalar da sanki bu derin uykudan birazdan uyanacak tüylerindeki ıslaklığı çırparak silkeleyip uçuverecekler ama, yalnız sandaldaki kanlı, sanki sadece ölü olan o… ya gözlerim bunca seferiyken düşlerimde hangi noktayı ülkem sayarım sığınmışken aşka!..” türünden cümlelerle kurulu bir yazı veya yazılarla kurulu bir kitap, kendinden başlayarak hemen her şeyi “anlamlandırma” çabası içinde olan insanoğluna ne verebilir ki? Bundan da öte insana geçici bir haz vermekten başka ne işe yarayabilir ki? Dahası, bir yazının hepten bu tarz devrik cümlelerle kurulu olması, anlamsızlığın ifadesi değil midir? Bu, “şaşkınlığın ve hayatın anlamsız olduğu düşüncesi”nin ortaya koyduğu anlamsız bir tablo değil de nedir? “O kadar ki, Türk ancak telâşlandığı, dili dolaştığı, acele konuşmak zorunda kaldığı, kısaca şaşırdığı zaman devrik cümleyle söyler. Zamanımızdaki devrik cümle bolluğu da böyle bir şaşkınlığın ifâdesidir” diyen Nihad Sami Banarlı ne kadar haklı!
Bir metinde elbette devrik cümle olacaktır. Ancak yerini ve haddini bildiği kadarıyla olmalı. Ancak kararında ve zamanında kullanılırsa, metne bir güzellik katar. Yoksa ortalığı anlamsızlığa boğmaktan öteye gitmez. Tabi mânâ gibi bir derdiniz yoksa, o başka… Öyle ya madem “her şey; ama her şey görecelidir” düşüncesinin sulandırılmışıyla, “Ben yaptım oldu” gibi bir moda cümleyle itiraz hakkı da var.
05.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|