Konya benim açımdan hep dost bir şehir olmuştur. İlk gördüğüm Anadolu şehirlerinden birisidir. Sonra oraya merbutiyetimin en büyük sebeplerinden birisi de Mevlânâ Hazretlerinin diyarı olmasıdır. Yar ağyar Mevlânâ’ya sahip çıkarken bizim yeterince sahip çıkmayışımız bir kusurdur. Ona sahip çıkmak onu doğru anlamaktır. Yoksa ihtifâl üzerine ihtifâl yapıp onu tüketmek değildir. Ama biliniz ki, Mevlânâ tükenmez bir kaynak ve hazinedir. İnsanın tılsımını okumuş ve çözmüştür. Bundan dolayı da yâr ve ağyâr ona meftundur.
Bu defa da Meşrutiyenin ilanının yüzüncü sene-i devriyesi konusunda bir konferans vermek üzere Konya’ya davetli idim. Konya yine cıvıl cıvıldı. Zenginlik nazar önünde olmaz veya kalmaz. Zenginlik sûfilerin deyimiyle derinlerde ve köşelerdedir. Bundan dolayı da hazineler açıkta değil gizli ve meçhul semtlerde ve mekânlarda aranır. Bundan dolayı, Mevlânâ da “ben sevdiklerimin gönüllerindeyim” buyurmaktadır. Binaenaleyh, Mevlânâ’yı satırlardan ziyade sadırlarda, kabirden ziyade gönüllerde aramak gerekir.
Halil Uslu Bey ile birlikte hem Bediüzzaman’ın vefat yoldönümü hem de Meşrutiyetin ilanının yüzüncü yılı münasebetiyle iki meseleyi harmanlayarak bu mevzuda bir konuşma irad ettik. Dinleyicilerin de feyizlerinin inikasıyla gerçekten de tatlı bir sohbet oldu. Cemaat sanki başlarının üzerinde kuş varmış gibi huşû hâlindeydi. Biz de onlardan aldığımız feyize ayinedarlık yaptık. O fasla pek girmek istemiyorum. Ama ziyaretimin tedai ettirdiği hususlar üzerinde durmak istiyorum.
Konya’ya kaç defa gittiğimi hatırlamıyorum. Adapazarı’ndan sonra belki de en fazla uğradığım yerdir desem yalan olmaz. Kasem etmeye de lüzum yok. Yine Selçuk Oteli’nde bir süre ikamet ettim ve yemek yedik. Selçuk Oteli de benim için birçok hatıralarla dolu ve yüklü bir mekân. Birçok kişi ile ilk defa burada tanıştık ve kaynaştık. Bazılarıyla da tekrar karşılaştığım kutlu ve meymun bir mekân olma özelliği taşıyor. Burada karşılaştığım zevatlardan birisi Veyiszade ailesinden Ali Ulvi Kurucu merhumdu. Kendisi aslen Konyalı olan Ali Ulvi Kurucu Ağabeyimiz daha sonra Kahire’ye Ezher’e gider ve orada ilim tahsil eder. Gümüş Tül ve Alevler gibi coşkusundan nebean ve feyezan eden eserler kaleme alır. Amacı ikinci bir Mehmet Akif olmaktır. Ama o Risâle-i Nurların ve Bediüazzaman’ın ‘Medine’nin mühim bir âlimi’ olur. Uzun yıllar Arif Hikmet Bey Kütüphanesi Müdürlüğü yapar. Esasında tanışmamız o günlerin eseridir. Hattat Mustafa Necati Erzurumi’nin dükkânının arkasındaki sohbet odasında kendisini kimbilir kaç defa dinlemişimdir. Damadı Hayrettin Bulut Beyle dostluğumuz da onun Almanya ve Hamburg günlerine dayanır. Bundan dolayı merhum Ali Ulvi Kurucu Ağabey beni nerede görse biraz da yapılı olmamdan kinaye ile ‘Pehlivan’ diye hitap ederdi. Onun hatıratını Ertuğrul Düzdağ Ağabey peyderpey yayına hazırladı. Kaynak Yayınları arasında üçüncü cildi de neşredildi. Bu hatırat nev'inden eserler çok önemlidir. Zira sadece tarihi öğretmekle kalmaz tarihî şahsiyetleri de sevdirir. Sadece öğretmez aynı zamanda sevdirir. Sevgi üzerinden sizi dâvâ adamı eder. Ali Ulvi Kurucu’yu okudukça önünüzde yeni yollar ve gonca bahçeleri açılır. Bu bahçelerde birçok ulema ile tanışacak ve onları ve onların hayatları ışığında ilmi ve ulemayı ve İslâm’ı seveceksiniz. Onların sıcaklığına vurulacak ve çarpılacaksınız. Bundan dolayı Emin el Hüseyni veya Ebu’l Hasan en Nedevi gibi zevatın hayat ve hatıratlarını ve gezilerini okumak çok faydalıdır. Bu hususta Ertuğrul Düzdağ Beyin hazırladığı Ali Ulvi Kurucu Bey ve Hatırat kitabı da aynı derecede faydalı ve önemlidir. Hem yakın tarihi ve simalarını tanıyacaksınız ve hem de İslâma hizmet etmekte canla başla çalışmış zevatın hayatı ışığında bu dâvâya aşkınız ölümsüzleşecek ve azminiz bilenecektir. Kaybettiğiniz birçok hasleti yeniden kazandığınızı göreceksiniz.
***
Selçuk Oteli’nde belki de ilk defa karşılaştığım simalardan biri Abdulfettah Ebu Gudde idi. Ebu Gudde, Düzceli alimlerimizden ve medarı iftiharımız Muhammed Zahid el Kevseri’nin talebelerindendir. Kevseri ile onun mühim yönlerinden birisi Hindistan’ı keşfe çıkmış olmalarıdır. Bizde Asaf Halet Çelebi ve Cemil Meriç edebî ve kültürel yönden Hindistan’ı keşfederken Kevseri ve Gudde ilmi yönden ve hadis yönüyle keşfetmişlerdir. Kevseri ve Gudde, Leknevi gibi âlimlerle ilgilenmiş; Hindistan’ı keşfe çıkmışlardır. Ebu Gudde Selçuk Oteli’nde Halep mutfağıyla Türkiye mutfağını karşılaştırmış ve çiğ köfteye temas etmişti. Halep’i ayrı gayrı saymak doğru değil. Dedem askerliğini vaktiyle Halep sınırları içinde yapmıştı. Maalesef Gudde, Suriye’den göç etmek zorunda kalan âlimlerdendi. Bu yönüyle Hocası Kevseri’nin kaderini paylaşmıştır. Geçekten de hazin bir durumdur. Ali Ulvi Kurucu da ilmî bir ortam olmadığından ideal tipi Akif’in izinden Kahire’ye gitmemiş midir? Akif’in arkasından Kahire’ye kadar gidenlerden birisi de İhyâcı Ali Yakup Cenkçiler’di. Kader onları kavuşturamamıştı ama Cenkçiler Akif’in hatırasıyla avunmuş ve onun hayatını kendisine model almıştır.
***
Selçuk Oteli’nde bir kez daha karşılaştığım simalardan birisi de Merve Kavakçı’nın babası Yusuf Ziya Kavakçı idi. O da kendi hâlinde bir 12 Eylül mağduru idi. Türkiye’nin istikbâl vadeden ilim adamlarından birisiydi. Ne yazık ki kuşaklar boyu başörtüsü mağduru bir aile olmuşlardır. Önce eşi sonra da kızı. Aile boyunca ve nesiller boyu bu yasağın sıkıntısıyla kavrulmuşlardır. Sonunda Kavakçı ülkesini terk ederek ABD’ye yerleşmiştir ve Türiye onun gibi bir ilim adamından mahrum kalmıştır. Fuad Sezgin de böyle değil midir? Fuad Sezgin de darbelerin budadığı daha doğrusu Türkiye’yi mahrum ettiği ilmi şahsiyetlerden birisidir. Türkiye kıymetini bilmediği için Almanya sahip çıkmış ve ilmi çalışmaları Almanya hesabına geçmiştir. Ve Akif’ten Kevseri, Mustafa Sabri’ye kadar birçokları bu vatanı kahir baskılar altında terk etmek zorunda kalmışlardır. Sonraki devrelerde de bu çığır Fuad Sezgin ve Yusuf Ziya Kavakçı gibilerle devam etmiştir. Ama önceleri hocalarını tekfir eden ve İsrail’e gidip geldikten sonra iyice değişen Şahin Filiz gibiler ise baştacıdır. Yetersiz ilmi kişiliklerine rağmen dekanlıkla taltif edilmektedirler.
***
Konya ayrıca pilot bir bölgedir. Bu bakımdan Çevik Bir gibiler merkezi ezan sistemini ilk önce burada denemeye kalkışmışlardır. Bazı merkezi yerlerde hoparlörle, kalan yerlerde ise çıplak sesle ezan okumayı ilk defa Konya’da tatbik mevkiine koymak istemişlerdir. Bu da bize ezanda merkezi sistemin kimin marifeti olduğunu göstermektedir. İşte bu baskı ortamı Halil Gürün gibi görevlileri müftülükten ederken Ali Ulvi gibileri de Kahire ve Medine’ye sevk etmiş, Kavakçı gibilerini de ABD’ye sürgüne göndermiştir. Böylece ülkemizi bu değerlerden mahrum ederek kendi zeminimize zarar vermiştir...
05.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|