Türkiye belirsiz bir sürece girdi. Başbakan Tayyip Erdoğan, “En isabetli kararı şüphesiz ki Anayasa Mahkemesi verecek” demişti. Mahkeme de hafta başında kararını verdi ve iddianameyi oybirliği ile kabul etti. Bundan sonra ne olacak, süreç nasıl işleyecek? Buna bakmakta fayda var. (Partilerin kapatılmasına zorlaştırmak için anayasa değişikliği yapılırsa süreç farklı işleyebilir.)
AKP 1 ay içinde ön savunmasını verecek. Ön savunmanın Anayasa Mahkemesi’ne verilmesinin ardından Başsavcılığının esas hakkındaki görüşü AKP’ye gönderilecek. Daha sonra belirlenecek bir tarihte Yalçınkaya sözlü açıklama, AKP yetkilileri de sözlü savunma yapacak. Bütün bu sürecin ardından, davaya ilişkin bilgi, belgeleri toplayacak raportör, esas hakkındaki raporunu hazırlayacak. Bu işlemler sürerken, gerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, gerekse davalı AKP ek delil veya yazılı ek savunma verebilecek. Raporun, Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesine dağıtılmasının ardından, Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç bir toplantı günü belirleyecek. Üyeler, belirlenen günde bir araya gelerek kapatma istemini esastan görüşmeye başlayacak. AKP hakkındaki kapatma davasını, 11 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi heyeti karara bağlayacak. Anayasa’ya göre bir siyasî partinin kapatılmasına karar verilebilmesi için nitelikli çoğunluğun oyu aranacak.
* * *
İddianame önümüzdeki dönemde çokça tartışılacak. Bu yüzden de Türkiye’nin önümüzdeki 6-8 aylık döneminde belirsizlik yaşacağı muhakkak. Bu da istikrarsızlık getirecektir. Burada iddianame ile ilgili yorum yapmak yerine son günlerde hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü konusundaki tartışmalarla görüşlerimi aktarmak istiyorum.
Yalçınkaya’nın iddianameyi hazırlayıp Mahkemeye göndermesinden bu yana konu hukukî yönden tartışılmıyor. Anayasa Mahkemesi kararlarının üyeleri atayan cumhurbaşkanlarına göre değerlendirilmesi bunun en son örneği. “Bunu Özal atadı, bunu Demirel, bunu Sezer atadı. Bu yüzden şu üye şöyle karar verir, bu böyle karar verir” şeklindeki tartışma, hem hukuka, hem de ismi geçen üyelerin kendilerine büyük zarar veriyor.
Zaten hukukun siyasallaştığı tartışmaları da burada başlıyor. Cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan “367 icadı”ndan bu yana mahkeme üzerinde hem siyasilerin, hem de geçmişte Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinde görev yapmış hukukçuların dâvâ daha görüşülürken dâvanın neticesi ile ilgili adeta akıl vermeleri, hem hukukun üstünlüğüne hem de siyasetin güvenirliğine zarar verdi.
* * *
Şunu söylemeden geçmeyelim: Demokrasilerde siyasî partileri millet açar, millet kapatır... Uygulamada şiddete dönüşmemiş, üstelik herhangi bir mahkeme kararı ile suç olarak tanımlanmamış konular, iddianame konusu yapılamayacağı gibi partilerin kapatılmasına gerekçede yapılmamalıdır.
Dava süreci başlamıştır. Bu süreçte ülkeyi ve milleti düşünen hem siyaset hem hukuk çevreleri sağduyulu davranmak zorundadır. Bu süreç sonunda milletin adalete ve siyasete güveni de zedelenmemelidir. Bunun için de herkesin meseleleri demokratça düşünmesi ve demokrasiye sahip çıkması gereklidir.
05.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|