Bu aralar çok ilginç olaylar yaşıyorum. Bir tanesini geçen hafta paylaşmıştım. Dün de bir olay yaşadım ve gerçekten toplum psikolojimizi özetler nitelikteydi.
Fatih Draman caddesinde Eminönü ve Beyazıt’a kalkan iki otobüs vardır. Eminönü’ne kalkan otobüsler her zaman düzenli olarak saatinde hareket ederken, Beyazıt otobüsünde her zaman bir problem vardır. Bu uzun yıllardan beri böyle devam eder ve hiç de çözülmemiştir. Nedense şikâyetler de bir sonuç getirmez. İşte ben de evden Beyazıt’a gitmek üzere çıktım. Durağa geldiğimde Beyazıt yolcuları yine bir hayli sinirlenmişlerdi. Bir saattir otobüsü bekledikleri halde gelmediğinden ve bu arada üç tane Eminönü otobüsünün hareket ettiğinden yakınıyorlardı. Önümde de yaşlı bir amca vardı. En çok da o öfkelenmişti galiba.
Duraktaki banka oturup kitabımı okumaya başladım. Bu arada bir tane daha Eminönü otobüsü geldi. Yolcular iyice sinirlenmiş ve bu sinirlerini yatıştırmak için kendi aralarında yönetime veryansın ediyorlardı.
Amca konuşmalarına devam ediyordu. “Neden İslâm ülkeleri hep geride kalıyor? Adamlara bak, bütün her şey onlarda. Bir bomba atsa bizim hepimizi öldürür.”
Bu arada arkadan gelen bir ses, daha da ilginçti:
“Bu gün yine Bağdat’ta 36 kişi öldürülmüş.”
Başka biri de ona cevap verdi, “Ya bu Bağdat’ta da ne çok insan yaşıyormuş, öldür öldür bitmiyor.”
Amca da, “Bakın adamlara, bütün İslâm devletlerini esir almışlar. Biz de onların uşağı durumundayız işte” diye, sözlerine devam etti.
Bu durumu izlemeye koyuldum. Amca bu kez söyleyeceklerini bana bakarak söylemeye başladı:
“Biz Peygamber Efendimizin sözleri diye diye bir takım şeyler söylemekten öteye gidemezken, adamlara bak bütün makineler onların ellerinde. Bir tuşa bassalar topumuzu yok ederler.”
Hiçbir şey söylemeden kitabıma gömüldüm. Sadece dinlemek istiyordum. Bu konuşmalar nereye gidecek, diye de içimden merak ediyordum.
Sonra amca geldi, yanıma oturdu. Benimle konuşmaya başladı: “Ben bunu televizyondan kulaklarımla duydum. Bir misyoner papaz konuşmasında ‘Biz istesek İslâm âleminin hepsini bir anda yok ederiz, ama biz merhametliyiz” diyordu. Adamlar Hiroşima’yı nasıl yok ettilerse, bizi de bir atom bombasıyla yok edebilirler” dedi. Ben de ona sadece gülümsedim. Ne onaylama, ne de reddetme gibi bir duruşa da girmedim. Sözlerinin tamamını duymak istiyordum.
Sonra, “Bence insanların bu durumdayken Hacca gitmeleri bile doğru değil” dedi. “Neden? Çünkü, onlar da Amerika’nın uşağı. Verdiğimiz paralarla başkalarına uşaklık edip, bizi arkamızdan vuruyorlar.”
Bu kez de ben, “Amca az önce bize de uşak demiştin galiba?” dedim. “Bu durumda bizim bu ülkede de yaşamamamız gerekiyor.”
Yüzüme baktı ve herhangi bir şey söylemedi.
“Bizim geri kalmışlığımızın nedeni işte tam da şu an yaptığımız şey” dedim. “Hacca gidip gitmememiz değil, kendi içimizde birbirimize düşmemiz ve korku senaryolarının tellallığını kendi içimizde yapmaya başlamamız.” Amca bu kez beni onayladı. Sonra otobüs geldi ve hepimiz otobüse bindik.
Bu yaşadığım mikro ölçekteki olay, aslında toplumsal fotoğrafımızın küçültülmüş bir halini yansıtır nitelikte.
Toplum yine artı ve eksi kutuplara itilerek birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Seksen yıllık senaryolardan sağcı ve solcular, laik, antilaik postuna bürünmüş; Dinci, Laikçi söylemleriyle içimizde korku tohumlarını ekmeye çalışıyor.
Bir toplumun en büyük harcı dindir. Bu harcı kimisi, din adına, kimisi de dinsizlik adına karıştırarak kendine yer açmaya çalışıyor.
12 Eylül 1980 darbesinin arka yüzünü anlatan Zincirbozan filmini izleyenler bilirler, orada şöyle bir cümle geçer: “Sağcılar solcuları öldürür, solcular da sağcıları. Böylece temizlenir giderler.”
Darbelerle dolu yakın tarihimizi iyi okumamız ve üzerimize yazılan senaryoları iyi tahlil etmemiz gerekiyor ki, onların biçtikleri postları giymeyelim. Ve geri kalmışlığımızın bedelini de dine ödetmeyelim. Zira bu toplumu ayakta tutan, bu harç.
29.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|