Alemlerin Rabbi şu kâinatı kendi isimlerinin açığa çıkması ve şuur sahipleri tarafından algılanır hale gelmesi için bir kitap şeklinde yaratmış. Bu kitabın en parlak cümleleri elbette insan nev'î içinde zuhur etmiş. Diyebiliriz ki bu kitabın en parlak cümlesi ve âyet-i kübrası Hazret-i Muhammed’dir (a.s.m.). Bu parlak âyetin ifade ettiği mânâları kendi asırlarına taşıyan peygamberler ve onların varisleri olan âlimler yeryüzünde ve kâinatta çok hoş bir kompozisyon oluştururlar.
Bu yeryüzünün farklı alanlarında dudaklar uçuklatan manzaralardan daha harika ve topyekûn kâinat kitabına bakıldığında altın harflerle yazılası bir şiir gibidir. Kuşkusuz Bediüzzaman da bu muhteşem şiirin parlak bir cümlesidir. Nebevî işaretlere bakıldığında da en son satırı olma ihtimali çok yüksektir. O yüzden Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) anlattıklarını asra yansıtma ve tercüme etme konumundadır. Bu anlamda bir kilometre taşı ve kâinat kitabının en parlak bölümü olan insanlık ağacının en parlak meyvelerinden biridir. Bu anlamda Muhammedî (a.s.m.) nuru asra taşıyan parlak bir ayine konumundadır. Bu nur ile asra ve zamanın manevî yaralarına çözümler ortaya koymuş içinde bulunduğumuz zaman diliminde nebevî mânâların temsilcisi ve sözcüsü olmuştur.
Yaşadığımız her gün Üstadımızın ortaya koyduğu Kur’ân hakikatlerinin ne kadar anlamlı olduğunu ve dünya meselelerinin ve ülkemizin problemlerinin çözümünün siyaset, ekonomi ve diplomasi ile değil insanı merkeze koyan iman dâvâsı ile olacağını ortaya koyuyor. Her geçen gün Risâle-i Nur’un asrın reçetesi olduğu ve Üstadın da asrın imamı olduğu daha iyi anlaşılıyor. Bunlar tecrübe ile öğreniliyor ve bedeller ödeniyor ve belki de ödenecek ama inşallah gelecek daha aydınlık ve nurlu olacak.
Dünyadaki önemli gelişmelerin ve insanlığın yakın gelecekte öze dönüşünün ipuçları yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. “Yeni Dünya Düzeni” ekonomik gelişmeler ve dünya coğrafyasının yeniden şekillendirilmesi ile bağlantılı olarak algılanırken insanlıkta coğrafi tanımların, etnik özelliklerinin, benlikler ve kolektif benliklerle tanımlanmış özellikler çerçevesinde yatay olarak ayrışmış yapının yerini insanî değerler etrafında şekillenmiş dikey ayrımlar alacak gibidir. Yani devletler ve milletler yerlerini beşer tabakalarına terk edeceklerdir. Bu tabakalaşma sürecinde vahyin kontrolünde ve nübüvvet yolunun uzantısında olan dünya insanları doğrunun ve hakkın etrafında bütünleşecek. Bu bütünleşme tarafgirlik ve benlik etrafında şekillenmiş din algılarının, dinî siyasî ve etnik yapının bir parçası olarak yansıtan yaklaşımların dışında cereyan edecek gibidir. Yani, İslâmı siyasal zemine oturtmaya çalışan düşünce yapılarını ortaya koyduğu gibi İslâm ülkelerinin askeri ve ekonomik gücünün artması ile diğer din mensuplarını mağlup ederek kontrolleri ve esaretleri altına alacakları askerî veya diplomatik gelişmelerin değil özlere ve ruhlara yönelik yürekleri kuşatan bir İslâmiyetin hakim olacağı gözlenir gibidir. Bu, İslâmiyet anlayışının içinde özü ve hakikî şekli ile bütün vahye dayalı dinler Hıristiyanlık, Yahudilik de girmektedir. Bu anlamda, coğrafi konum etnik özellikleri ile İslâm dairesi içinde yer aldığı düşünülen, ismen Müslüman ancak uygulamaları ve hayat anlayışı ile bu dairenin dışında olan zulmün, felsefenin, materyalizmin yanında yer alanlarla ayrışan ve bütün coğrafyalardan ve ırklardan hakkın, nübüvvetin, hidayetin ve mâneviyatın yanında olanlarla birlikte hareket eden bir anlayış yerleşecektir.
Manevî hizmet erleri ve geleceği yönlendirecek diplomatik girişimler bu bakış açısı ile ele alınmalı, dünyanın geleceğine yön verecek gelişmelerin diplomatların ve siyasilerin gayretleri ile değil mânevî alanda hizmet veren ve gönüllere yönelen hizmet erlerinin gayretleri ile ortaya çıkacağı bilinmelidir. Yakın bir gelecekte dünyanın bütün coğrafi alanlarından ve farklı kültür yapılarından ve bütün semavî dinlerden genele yayılmış ve insanlık âleminde hakkı temsil eden bir tabaka oluşturmuş topluluk gelişecektir. Bu modern dünyanın benlik ve ırk tanımlamaları ile şekillenmiş yapısını da değiştirecek yeni dünya düzeni daha çok değerler ve insanı tanımlayan temel özellikler etrafında şekillenecektir.
Bütün bu gelişmelerin emareleri çok belirgin hale gelmiş ve yakın bir gelecekte ortaya çıkacak gibidir. İnsanlık o noktaya geldiğinde Kur’ân’dan aldığı feyiz ve nurla, yıllar öncesinden asrımıza seslenen ve bu gelişmelerin manevî alt yapısını hazırlayıp tohumlarını atan Bediüzzaman’ın kıymeti daha iyi anlaşılacaktır. Küreselleşen sosyal yapı, Kur’ân’ın bütün insanlığı ve semavî dinleri kuşatan bakışı ve aydınlığında huzur ve barışı bulduğunda Kur’ân’ın nuru ile asrı aydınlatma gayretlerinin önemi daha görünür hale gelecektir.
İşte o zaman bu günleri görmüş gibi tasvir eden Üstada “İfrat ediyorsun, hayalî hakikat gösteriyorsun. Bizi de techil ile tahkir ediyorsun. Zaman ahir zamandır, gittikçe fenalaşacak” diyenlere karşı verilen cevap kulaklarımızda çınlasın: “Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş, ve sakitane Nur’un sözünü dinleyen .....” Bu cevapta kendimizi bulalım ve Hazret-i Muhammed’den (a.s.m.) Hazret-i Ali (r.a) ve Gavs-ı Azam (k.s.) aracılığı ile Bediüzzaman’a ulaşan bir dâvânın mensupları olduğumuzu artık daha derinden ve iliklerimize kadar hissedelim.
Ey aziz Üstad! Evet gizli bir nazar ile seni temaşa ediyor ve başlarımız dik seni dinlerken “Sadakte” diyoruz. Seni tekrar rahmetle anarken, mazi kıt'asından geçmek için geldiğimizi ve mânevî mezarına uğradığımızı hayal ediyoruz. O bahar hediyelerinden olan binlerce kitapları, senin dâvânı insanlığa yayma gayreti içindeki gazeteler, dergiler ve pek çok yayın organını ve gayretlerinin, duâlarının sonucu yetişen tertemiz bir nesli alıp Horhor toprağının bekçisi olan kalenin başına takıyoruz.
Bu dâvâyı bütün insanlığa duyurma yolunda gayret için samimî niyetimizi, şevkimizi de bir hediye olarak kabul buyurmanı diliyor, kaleye Medresetü’z-Zehra çiçeğini takmamızı da nasip etmesini Hâlık-ı Kerimden niyaz ediyoruz.
24.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|