En son sizlerle bu köşeyi 26 Eylül 2006 günü paylaşmışız. Tevekkeli boşuna değil parmaklar bilgisayarın tuşlarında kararsız, nereden nasıl başlayacağını bilmeden avare dolaşıp duruyor. İçimden eyvah diyorum. Sonra, bu uzun bir aradan sonra ilk yazın, sıkma canını düzelir İnşallah diye kendime moral vererek bir yandan da yazmaya devam ediyorum. Hem bizim okuyucularımız kadirşinastır. Halden anlar, heyecanına verir. Ayrıca onlar değil miydi her gördüklerinde “Ali Oktay kardeşim, neden yazmıyorsun artık. Müzikle ilgili böyle farklı konular, hatıralar, şiirler iyi oluyordu. Yine bekliyoruz” deyip samimi bir şekilde teşvik edenler. Bir yazımızdaki Dede Efendi konusunu çocuğunun ev ödevi için kullandığını söyleyen ya da yazıları arşivlediğini belirten okuyucularımız ise ne kadar da mutlu etmişti oysa beni. Ben de her defasında “İnşallah” deyip çağımızın o en sık tekrarlanan şu meşhur bahanesi olan “ zamansızlıktan” şikâyet ediyordum. Yine gazetemizin değerli yöneticileri Faruk Bey, Abdullah Bey, Kâzım Bey olsun “Müzik Yazıları ne oldu?” diye sorunca içten içe bir mutlulukla birlikte mahcubiyeti de yaşadığımı itiraf edeyim. Gerçekten de sadece yazmış olmak için yazmak değil de eğer faydalı olacaksa yazmalıyım diyordum kendime. Hoş bizim yazarlığımız da sadece paylaşmak, karşılıklı istifade üzerine kurulu. Aslında yazacak çok da konu var. Sizlerden uzak kaldığımız sürece ne çok konu birikmiş. Şunu da hatırlatayım dostlar. Arada bir de olsa “sesinizi” duyalım olmaz mı? E-mail atarak, hâlâ var mıdır bilmem ama mektup yazarak – bu arada mektup almayalı ne çok olmuş -, telefon ederek. Eleştirin, katkıda bulunun lütfen. Müzik Yazılarına tekrar hoşgeldiniz.
Üstâd’ı muntazır yollar...
Mart ayı… Her sene, Üstâd’ın vefatının hüznü ile özleminin, hayırla yâd edilişinin daha çok hissedildiği ay. Neye ve kime hizmet ettiğimizi anlayabildiğimiz ay. Sadece bu topraklar da değil dünyada düzenlenen sayısız toplantılarla O Zât’ı yâd eden, dua eden, şükreden on binlerce insanı görebildiğimiz ay. Gazetemizde ard arda çıkan anma programı duyurularını görüyorsunuz. Her toplantı ayrı bir huzur ve mutluluk adası gibi. Büyük bir dâvânın küçük bir parçası olmanın bile verdiği his ne müthiş. Toplantılara gelen ve belki de ilk defa bir arkadaşının daveti üzerine iştirak edenlerin yüzlerinde bile o yansımaları görebiliyorsunuz. Bu sene İzmir’le başladık. İnşallah Kayseri, İstanbul, Tarsus programlarıyla devam ediyoruz. Sahnede Tasavvuf Müziğimizin ve Üstâd Hazretleri için yapılan eserleri icra ederken yaşadığımız hisleri, izlenimlerimizi inşallah yine paylaşmaya devam edeceğiz.
Sanki kâinat ilahî bir mûsıkî dairesidir
Çok değil bundan 15 – 20 yıl öncesine kadar bile dinî müzik icra etmek, enstrüman eşliğinde ilahî söylemek biraz zordu. Çünkü önünüzde aşmanız gereken önyargı buz dağları vardı. Çarpmadan, kırıp dökmeden yapmaya çalıştığınız şeyin, dine aykırı olmadığını bildiğiniz kadarıyla anlatmaya çabalıyor, bazen başarılı oluyor bazen de uygun bir dille siz, bunun doğru olmadığına ‘’ ikna ‘’ediliyordunuz. O an, değil 15-20 sene 70-80 yıl öncesine gidip yazdıklarına baktığınızda Bediüzzaman Hazretlerine daha bir hayran oluyor, kıymetini anlıyorsunuz. Zira diyordu ki asrın Bedî’ si ‘’ Sanki kâinat ilahî bir mûsıkî dairesidir.’’ ‘’ ...Elbette bu mevcudatın Sâni – i Hâkimi, kâinatın mecmuunu, hadsiz nağmelerin envâıyla sada veren ve ses verip tespih eden ve zikredip konuşan bir musiki- i İlahiye ve fabrika-i acibe yapmakla....’’ ‘’ Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezeli Kur’ân denilen musıka-i ilahiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i asumanda şiddetli ses getirmekle...’’ ‘’İşte o neyler, semavî ulvî bir musıkiden geliyor gibi safi ve müessirdirler.’’ Ya enstrümanla icrayı dine aykırı görenler varken ‘’ ... umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren....’’ diyen ve benzetmeyi tanbur, kanun, ney gibi enstrümanlar üzerinden yapan bir din âlimine saygı duymaz mısınız? Hele lütfen bir de şu ölçüye bir bakar mısınız? “.. Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helal, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvi hüzünleri, Rabbani aşkları iras eden sesler helaldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.’’ Bundan daha veciz daha güzel nasıl anlatılabilirdi? Risâle-i Nur ve Bediüzzaman Hazretlerinin müzikle ilgili bahis ve tesbitleri elbette bununla sınırlı değil. Yeri geldikçe ve bildiğimiz kadarıyla paylaşmaya devam edeceğiz inşallah.
Bir hatıra
Son şahitlerden Mehmet Gülırmak Eskişehir hapishanesinde iken Bediüzzaman Hazretleri ile yaşadığı küçük bir hatırasını şöyle anlatıyor:
“Geceleri pislikten tahta kurularından, hamam böceklerinden uyumak kabil değildi. Serde şairlik de olduğu için şu satırları karalamıştım:
Vardığımız ellere
Şu safalı güllere
Eskişehir hapsinde
Tahta kurularından
Uyku tutmaz kimseyi
Döndük bülbüllere.
Bazan Üstad kaside ve ilahi söylememi isterdi. Böylece o sıkıntılı havayı dağıtmak istiyordu. Birgün elimi kulağıma atıp rast makamındaki şu satırları okumuştum:
Ehl-i dünya dünyada
Ehl-i ukba ukbada
Allah!..
Herbiri bir sevdada
Bana Allah’ım yeter.
Bana Resûlum yeter.
Bana ehlullah yeter.
Dertli dermanın ister
Aşık sultanın ister
Allah!...
Son Şahitler s. 83
GÖNÜLDEN DİLE
“İşte, küçücük bir insan, icadsız, sırf sûrî bir san’atçığı ile bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa; acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir mûsıkî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zihayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbânî ve bir mûsıka-i İlâhî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor.” B. Said Nursî - Sözler s. 570
18.03.2008
E-Posta:
alioktay@alioktay. net
|