Korkunun ölçüsü nedir?
İnsan korkar, çünkü aciz. Hadsiz derecede, vazgeçilmez ihtiyaçları var. Sonsuz, âlemin her tarafına dağılmış, emelleri, arzuları bulunuyor.
Muhtaç olduğu ihtiyaçlarını karşılayamamak ve aleme dağılmış emellerini gerçekleştirememek insanı korkutuyor.
Yaratan Rabbimiz, (yapan bilir gereği) nelerden, ne kadar, neden korkmamız gerektiği ile ilgili ölçüler vaz etmiş. Bu ölçülere dikkat edilmediği takdirde hayatın tadı kaçıyor. Ölçüsünde kullanıldığında hayat için bir tedbir anlamı içeren korku, ‘korkusuzluk’ ya da ‘korkaklık’ olarak ölçü kaçınca, hayatı yaşanmaz kılıyor.
Dessas zalimler, avamın ve bilhassa ulemanın bu damarından korkutarak çok istifade ediyorlar ve onunla korkakları gemlendiriyorlar.
Korkulmayacak şeylerden bile korkmak, cebanet, korkaklıktır. Gadap (öfke) duygusunun tefrit hâli. İfratı ise, tehevvür, yani maddî, manev’i hiçbir şeyden korkmamak. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Her iki zıt uç da tehlikeli.
Normali ise vasat, yani; şecaattir. Hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder; meşru olmayan şeylere karışmaz. Dinini, kendini, namusunu, vatanını korumak noktasındaki savunma halidir. Savaş esnasında adam öldürmek meşrû, cihat iken; meşru savunma dışındaki atılacak adımlardan insan mes’uldür.
Had konmamış kuvvelerin haddinde kullanılmasını, ancak ibadetler netice veriyor. İbadet insana haddini bildiriyor. Her şey hükmedenin, her şeyi bilenen, her şeye gücü yetenin kendisine ibadet edilen olduğunu hatırlatıyor.
Korku, hayatı korumak için verilmiş
İnsan korkmasaydı, hayatını koruyamazdı. Çok belâlara uğrardı.
Korku damarı insana hayatı korumak için verilmiş, yoksa her şeyden korksun, hayatı tahrip etsin diye değildir. 29. Mektup, Altıncı Kısım’daki, batmak korkusuyla kayığa binmekten korkan insan manzarası, korku damarının hayatı nasıl tahrip ettiğinin apaçık bir örneğidir. Buradaki diyaloğun sonundaki şu cümle dikkat çekicidir: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”
Pek çok insanın azaba dönüşmüş hayatının altında, bu evham derecesi bulunmaktadır. Oysaki, “Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hatta beş, altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir hav meşrû olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evhamdır, hayatı azaba çevirir.”
Korku iki çeşittir; biri izzet hali, diğeri zillet halidir
Korku, iki çeşittir. Birisi Allah’ın gazabından korkmak halidir. Bu korku, insana yakışandır. Ve onun adı, izzettir.
İkincisi ise Allah’ın dışındakilerden korkmaktır, bu ise zillettir. Bu halde insan, her şeyden korkar.
Hadis-i Şerif’te: “Kul, Allah’tan korkarsa, Allah da her şeye onun korkusunu verir; kul Allah’tan korkmazsa, Allah da onun kalbine her şeye karşı korku verir.”
İnsan ne zaman korkar?
İşârâtü’l-Î’câz, s. 29’da, insanın ne zaman korktuğuna ve korkunun nasıl oluştuğuna dikkat çekilir, korkunun tahlili yapılır: “Nifak, imanın hilâfına, kalpleri ifsat eder. Kalbin ifsadı ise yetimliği intaç eder. Yani bozuk olan bir kalp, kendisini sahipsiz, maliksiz, yetim bilir. Bu hâletten korku neş’et eder. O korku, onu kaçıp gizlenmeye icbar eder.”
Âciz olduğu için her şeyden korkan insan; her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve her şey emrinde, tasarrufunda olana dayandığı zaman, insanın gücü mahlukatın üstünde bir dereceye ulaşıyor. Bu ise, ‘kâinata meydan okutabilecek’ bir iman yansımasıdır.
Korku; nokta-i istinat ve nokta-i istimdadın sarsılmasıdır
İnsan, musibet ve elemlere karşı nokta-i istinada ve ihtiyaç ve emellerini tesviye için nokta-i istimdada muhtaçtır.
“Nokta-i istinadından neş’et eden izzet-i nefstir. İzzet-i nefsi olan, başkalara kendisini zelil göstermeye tenezzül etmez.”
Demek korku, nokta-i istinad ve nokta-i istimdadı Yaratıcı dışındakilerde görme yanlışlığından doğmaktadır. Yani ‘zillet’ hali.
Hadsiz ihtiyaçlara müptelâ, nihayetsiz düşmanların hücumuna hedef olan ruh-u insani, ‘lâ ilâhe illâallah’ta bir nokta-i istimdat bulur ve böylece, bütün ihtiyaçlarını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısı ona açılır.
Ve yine öyle bir nokta-i istinad bulur ki, bütün düşmanlarının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi Ma’budunu ve Halıkını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, mâlikinin kim olduğunu irae eder (göz önüne koyar. Ve o gösterme ile kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elimden kurtarıp, ebedi ferahı, daimi bir süruru temin eder. Yirminci Mektup, 218
Öyleyse, O’nu tanıyan, her şeye meydan okuyabileceği gibi, O’nu tanımayan, her şeyden korkar hâle gelecektir.
“Evet, şu perişan dünyada, avare nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hamisiz bir surette, aciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?”
“…Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder; o vahşetgah dünya bir tenezzühgaha döner ve bir ticaretgâh olur.” (20 Mektup, Birinci Makam, s. 218)
Avamda ve ulemadaki korku nasıldır?
Korkunun kaynağı cehaletle birlikte iman zaafıdır. Korku, avamda cehalet, ulemada ise iman zaafı olarak tezahür ediyor. Ulemadaki bu zaaf, hubb-u cah, teveccüh-ü ammeyi kaybetmek gibi şeklilerde olabilmektedir. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in’ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür; yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez.” (Mektubat, s. 402)
Oysa ki hakiki iman yansıması şöyle olmalıdır: “Rıza-i İlâhi ve iltifat-ı Rahmani ve kabul-ü Rabbani öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istinsahı ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter.”
İnsan, imanının gücü oranında, korkulardan da sıyrılabilir.
“İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder, hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” hakikati bize bu dersi veriyor.
O zaman insan, izzetle yaşamayı, zilletle yaşamaya tercih etmelidir.
15.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|