Gazeteci-yazar Emin Çölaşan’ın eşi, Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan 8 Mart Kadınlar gününde konuşmuş. Ankara Barosunun tertiplediği “Kadın olmak” konulu seminerde “Hukukta kadın” konulu bir konuşma yapan Tansel Çölaşan, bir hukuk faciasına yol açacak, bir hukukçuyu utandıracak sözler sarf etmiş.Tam bir paçavra sözler koleksiyonu…
Kocası Emin Çölaşan her ne kadar belirli gün ve haftalarda önceki yazılarının sadece başlığını ve kaçıncı yıl olduğuna dair tarihini değiştirerek şablonlaşmış “Menemen, 10 Kasım, 27 Mayıs, 23 Nisan, vb. günlere dair yazılarını ısıtıp ısıtıp temcit pilavı gibi piyasaya sürüyor ve durumu idare ediyorsa da her şeye rağmen yine de normal sayıyor ve saygı duyuyoruz fikirlerine... Neticede o bir yazardır. Bir yazar, taraf olarak fikirlerini söyler. Fikir serbest, yorum hürdür. Ama Danıştay gibi ağırlıklı bir hukuk kurumunun başsavcısı olan Tansel Hanımın bu kadar indî, sübjektif ve hakaretamiz sözleri söylemesi yakışık almıyor, saygınlık sınırlarını aşıyor.
Adaleti temsil eden; bir elinde terazi, bir elinde kılıç bulunan genç kadın figürünün bir de gözleri bağlıdır hatırlarsınız. Adaletin sembolü sayılan o kadının gözleri niçin bağlıdır? Kör olduğu için mi? Niçin görme hürriyeti engelleniyor? Burada bir hürriyeti kısıtlama yok aslında. Bir hikmeti, bir sebebi var. Müthiş bir gerekçesi var. Adalet, müsavat (eşitlik) ile olur. Bediüzzaman’ın tabiriyle “Müsavatsız adalet, önce adalet değildir.” Gerçek adaletin temini için kayırma, torpil, iltimas yapılmayacaktır. Yargılanan sanıklar eğer yargılayanların taraftarı, akrabası, fikirdaşı olursa psikolojik olarak tam adaletli davranmaları tehlikeye girebilecektir. Aksinde de böyledir. Sanık eğer yargılayanın fikirde, düşüncede, asabiyette, ilişkide muhalifi, rakibi hatta düşmanı ise yine adalet terazisinde ayar bozukluğu oluşabilir. Bundan dolayı adaletin tarafsız, objektif yargı sürecini yürütebilmesi için gözlerinin bağlı olması, işin içine duyguların, önyargıların girmemesi gerekir.
Tansel Hanımın, başörtülü kadınlar için “Hem özgürlük istiyoruz, hem de kapanmak istiyoruz! Kapanmanın özgürlüğü mü olur?” sorusuna işte bu adalet sembolünün gözündeki gözbağı yeterli cevap olabilir. Mânâ-yı muhalif olarak birisi “Açılmanın özgürlüğü mü olur?” derse Tansel Hanım ne cevap verecek o da ayrı mesele…
Gelelim bir hukukçunun asla sarf etmemesi gereken paçavra sözlere: Bu sözleri söyleyen kişinin DP Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun “İstifa et” çağrısına hemen uyması hukuka saygının gereğidir diye düşünüyoruz. Çünkü ortada tarafsızlık, eşitlik diye bir şey kalmamıştır bize göre.
“27 Mayıs l960 İhtilâli, bir ihtilâl değil devrimdir. Kimse idam cezasını istemez, ama o gün toplumsal coşku vardı.” Bu cümleler Tansel Hanımın hukuktan ne kadar nasipdar olduğunu da gösteriyor. Bu sözler toplumsal coşku varsa, linç, idam, katliam caizdir, meşrudur anlamına geliyor. Demek ki “toplumsal coşku” varsa Halide Edib’in “Vurun Kahpeye” romanındaki linç meşrudur o zaman. Yamyamların da toplumsal coşkuyla insanları kazanda kaynatıp yemeleri hukuka uygun sayılabilir bu hukuk anlayışına göre.
Menderes-Said Nursi ilişkilerini anlatırken “Ulus gazetesinde (bu gazete Menderes düşmanı ve ihtiâal taraftarıydı.) Menderes’in paçavralar içinde oturan Said Nursi’nin elini öptüğünü gördüm…” diye sözlerini sürdüren Tansel Hanıma sözlerini aynen iade ediyoruz.
Temizliği, nezafeti, elbiselerini yıkayanların “Hangisi giyilmiş, hangisi giyilmemişti, kirli olan çamaşırı hangisiydi, ayırt edemezdik. Öylesine temizdi elbiseleri” diyenlerin hatıralarıyla ve binlerce talebelerinin şehadetiyle sabit Said Nursi gibi mümtaz bir şahsiyete “Paçavralar içinde” diyen Tansel Hanıma büyüklüğün elbise ile mal ile değil kemal ile olduğunu hatırlatalım. Tarihe mal olmuş şahsiyetlerden mesela Hz. İsa (a.s.). kırk yamalı elbise giymiştir. Peygamber Efendimiz kaba veya ucuz kumaştan elbiseler giymiştir. Dalay Lama’dan, Gandi’ye kadar bir çok lider sade ve basit giyinmişlerdir.Yunus Emreler, Mehmet Âkif’ler hep böyledir. Doğulu ve batılı filozoflar elbiseye değil, fikirlere önem vermişlerdir. Bari Sokratları, Diyojenleri hatırlayın. Sonra paçavraya dönmüş sözlerinizi geri alın ve tarihteki bu güzide şahsiyetlerden özür dileyin.
27 yılı hapislerde, zindanlarda geçen, öldüğünde bir ibrik, bir çaydanlık, iki kat elbiseden başka tereke bırakmayan Said Nursi’ler nerede, şimdiki mal, mülk, para, servet içinde millete hukuk dersi vermeye çalışanlar nerede?
Son sözümüz, her fikre saygılıyız. Katılmasak da katlanırız. Ama hakarete hukuk ve insanlık adına tahammülümüz yoktur. Elbise dediğin ne ki? “Bir insan elbisesiyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır” diyen büyüklerimiz “Bir insanın en kıymetli şeyi elbisesiyse, o insanın elbise kadar değeri yoktur” da demişlerdir. Hatırlatırız.
11.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|