Abdullah Bey:
*“Yüz yirmi dört milyon evliya” tabirinin hikmeti nedir? Gerçekten evliya sayısı 124 milyon mudur?”
İnsanlık tarihi boyunca her kavme bir Peygamber gönderilmiş ve yeryüzünden insanlarla iç içe sayısız evliya ve Allah dostu gelip geçmiş; güzel ahlâk ve insaniyet-i kübrâ, yani ruh, kalp ve sair manevî duyguların azamî hüşyâr olduğu ve nefsin öldürüldüğü “yüksek insanlık” milyonlar tarafından yaşanmıştır. Cennet-i Bakiye bağlarına yolculuk hiç durmamıştır!
Allah dostlarının gerçek sayısını elbette Allah bilir. Bunu belli bir rakamla ifade etme imkânımız yoktur. Sabit rakamlara dökmek yerine; teksir ifade eden “milyonlar” tabirini kullanmak, daha gerçekçi bir ifade şeklidir. “Yüz yirmi dört bin enbiya ve yüz yirmi dört milyon evliya” tabiri İslâm geleneğinde teksir, yani çokluk ifade etmektedir. Enbiya ve evliyanın nefer sayısının en az bu rakamların üstünde olduğuna kinayedir. Nitekim Bedîüzzaman Hazretleri, “yüz yirmi dört milyondan ziyade evliya”1 ifadesini tercih ederek bu rakamın daha da “ziyade” olduğunu beyan etmiştir.
***
Ayşe Hanım:
*“Beyanat ve Tenvirler’de adı geçen Hindenburg kimdir?”
Bedîüzzaman Hazretleri, 1335 yılının (Milâdî 1919) Eylül’ünde girdiği bir rüya-yı sâdıkada, manevî bir meclisin İslâmın mukadderatıyla ilgili sorularını cevaplar. Manevî meclis tarafından, Birinci Dünya Harbinde neden mağlup olduğumuz, galip olmamızın kaderce neden önlendiği, şeriatın bu medeniyeti neden reddettiği, şeriatın nasıl bir medeniyet getirdiği, savaşa katılma ve mağlup düşme musibetinin dindeki hangi ihmalimizin neticesi olduğu çerçevesinde sorulan sorulara uzun ve ikna edici bir üslûpla cevaplar verir.
Daha sonra heyecanla uyanarak, terli ve el pençe yatakta doğrulan Bedîüzzaman, aynı gün ümitle dünyevî başka bir mecliste de sorulan sorulara cevaplar verir. Bu sorular ve cevaplar çerçevesinde neden siyasete karışmadığını, din ile siyaset ilişkilerini, din adına neden siyaset yapılmayacağını, İttihat ve Terakki’nin adamlarının neden Antranik ve Venizelos gibi dış düşmanlarla bir tutulamayacağını verdiği cevaplarla açıklığa kavuşturur.
Burada sorulan sorulardan birisi de, baştan mağlup olacağımızı bile bile İttihat ve Terakki’nin bizi neden bu savaşa soktuğu ile ilgilidir. Bediüzzaman bu soruya verdiği cevapta, Hindenburg gibi dehşetli insanlara göre bile tam anlaşılamamış ve anlatılamamış olan Birinci Dünya Harbinin umumî gayesinin, safi halkımız gibi savaş oyunlarında acemi sayılan kesimlerce anlaşılmasına da imkân bulunmadığını, bu bağlamda fikir zannedilen şeyin, arzudan başka bir şey olmadığını, kişilerin zalimane şahsî intikamlarının, arzuya fikir sureti giydirdiğini kaydeder.2
Hindenburg’un kim olduğuna gelince:
1847’de Poznan’da doğan Alman mareşal ve devlet adamı Hindenburg, Harp Okulunu bitirdikten sonra Prusya Muhafız alayında 1866–1871 savaşlarına katılır. Sonra Harp akademisine girer ve Moltke ve Schlieffen’in bakanlığı sırasında Harbiye Bakanlığında hizmet eder. 1900 Yılında tümgeneral olur. 1903’te Magdeburg’ta 4. Kolordu kumandanlığına getirilir. 1911’de Hannover’de emekliye ayrılır.
Fakat 1914 Ağustos’unda 8. Orduya kumanda eden Von Prittwitz Rus istilâsını durduramayınca, Hindenburg tekrar göreve çağrılır. Hindenburg, Ağustos ayında Tannenberg’te, Eylül ayında Masurenland bataklıklarında Rusları bozguna uğratır. Kasım ayında doğu cephesi başkumandanlığına getirilir. Kış mevsiminde Rusları bir kere daha Masurenland bataklıklarında yener. 1917’de doğu cephesinde Galiçya’da, Piave’de Avusturyalıların yardımına koşar. Kasım’da Romanya ve Rusya ile anlaşma imzalar. 1917–1918 Kışı boyunca tümenlerinin büyük bir kısmını batıya gönderir ve Müttefik cephesine dört ayrı korkunç saldırı gerçekleştirir. Fakat cepheyi yaramaz. 1919’da tekrar Hannover’e çekilir.
Hindenburg 1925’te Almanya’da Cumhurbaşkanı seçilir. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bütün gücüyle Birinci Dünya Savaşına Almanya’nın sebep olmadığını ispat etmeye çalışır. 1930–1933 yıllarında Almanya’da iç karışıklıkların artması üzerine muhafazakâr bir hükümetin kurulmasına yardım eder. Hitler’i başbakanlığa getirir.
Hindenburg, 1934 yılında Doğu Prusya’da ölür. Ölümünden sonra yerine artık başka birisi seçilmez. Çünkü Hitler’le birlikte Cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık birleştirilmiştir.3
Dipnotlar:
1- Asâ-yı Mûsâ, s. 15; Şuâlar, s. 179
2- Sünûhât, s. 64-70; Beyanat ve Tenvirler, s. 85
10.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|