|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Onlar bilmiyor mu ki, Allah dilediğinin rızkını genişletir, dilediğininkini de daraltır? Şüphesiz ki bunda imân eden bir topluluk için deliller vardır.
Zümer Sûresi: 52
|
10.03.2008
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Allah'ı görür gibi Ona ibâdet et. Çünkü sen Onu görmüyorsan da O seni görüyor. Kendini ölülerle beraber say. Mazlûmun bedduâsından sakın. Çünkü o kabul edilir
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 653
|
10.03.2008
|
|
Laiklik maskesiyle dindarlara yapılan baskı
Muhterem hâkimler, yirmi sekiz sene emsâlsiz ihânetlere, işkencelere, tarassud ve hapislere mâruz kaldım. Bütün bu iftira ve isnadların esâsı birkaç noktaya dayanır:
1. En birinci ithamları, beni rejim aleyhtarı olarak telâkkî etmeleridir. Malûmdur ki, her hükûmette muhâlifler bulunur. Âsâyişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdânıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes’ul olmaz. Bu hukûkî bir müteârifedir.
Dîninde çok mutaassıb ve cebbâr bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hâkimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyâde Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur’ân ile reddettikleri halde, İngiliz mahkemeleri şimdiye kadar onlara o cihetten ilişmedi.
Burada ve bütün İslâm hükûmetlerinde eskiden beri Yahudîler, Nasrânîler tâbî oldukları memleketin dînine, kudsî rejimine muhâlif, zıt ve mûteriz bulundukları halde, o hükûmetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmediler.
Hazret-i Ömer, hilâfeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhâkeme olundular. Halbuki, o Hıristiyan İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhâlif iken, mahkemede onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki; adâlet müessesesi hiçbir cereyâna kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki, komünist olmayan Şarkta, Garbda, bütün dünya adâlet müesseselerinde cârî ve hâkimdir.
Ben de, din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine güvenerek, yüzlerce âyât-ı Kur’âniyeye istinâden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdâda, lâiklik maskesi altında dîne ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhâlefet etmiş isem, kanunlar haricine mi çıkmış oldum? Yoksa, Anayasanın hakîki ve samîmi müdâfaasını mı yapmış bulundum? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhâlefet, hiçbir hükûmette suç sayılmaz; bilâkis, muhâlefet meşrû ve samîmi bir muvâzene-i adâlet unsurudur.
(Devamı için bakınız: Tarihçe-i Hayat, s. 564)
Lügatçe:
müteârife: Bilinen.
Nasrânî: Hıristiyan.
mûteriz: İtiraz eden.
cârî: Geçerli, işleyen.
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri.
istibdâd: Baskı.
muvâzene-i adâlet: Adalet dengesi.
tarassud: Birşeyi çok dikkat ederek gözetleme, gözaltında tutma.
mutaassıb: Taassub sahibi, birşeyi savunmada aşırılık gösteren ve inat eden.
şark: Doğu.
garb: Batı.
istinâden: Dayanarak.
|
10.03.2008
|
|
Teşekkür
Bir dost dedi: “Şâir diyecekdir sana âlem.”
-
Gerçek nice şâir dolu, bir baksana, âlem.-
Şâirliği geçdim, müteşâir de desinler;
Korkum bu:
tevârüd ola, hırsız sana âlem...
(29.4.1983)
Son dört-beş yıldır ara verdiğim yazılarıma tekrar başlama imkânı verdiği için Gazete İdâresine benim teşekkür borcum bulunmakta iken, teşvîk makàmında, lütfettikleri “hoş-âmedi”den dolayı şükranlarımı arz etmek istiyorum.
Daha önce de belirttiğim gibi, Yeni Asya, bir mekteb olarak pek çok yazar ve fikir adamı yetiştirmiştir. O mektebi bitirenlerin bir kısmı değişik dergi, gazete, yayınevi, radyo, televizyon vesâir neşir vâsıtaları ile hizmetlerine devâm ediyorlar. Zâten, bir okulun bütün me’zunları aynı çatı altında görev almaya kalksalar, bunun mümkün olamayacağı açıktır. Bu sebeple, herkesin ayrı bir sahada, ayrı bir mekânda işbaşı yapması kaçınılmazdır…
Bu gazete okuyucularının çoğu, beslendikleri ana kaynaktan, Risâle-i Nûr’dan aldıkları ilhamla, pek çabuk ve kifâyetli yetişmektedirler. Yeni yetişen gençlere yer açmak, onların da kendilerine verilen İlâhî kàbiliyetleri sergilemelerine fırsat tanımak lâzımdır. Gazetemizin imkânları daha geniş olsa, belki bütün yavrularını kanatları altına almaya yetecektir. Bu ise şimdilik bir hayâlden öteye geçememektedir.
Bunları düşünerek, bir de her yaz devamlı yer değiştirmenin getirdiği olumsuz şartları aşacak teknik imkânlarım olmadığından, yazılarıma ara vermiştim.
Bir müddet kendi ismimle, bir müddet de Abdullah Kurudere imzasıyla devâm ettiğim “Seyir Defterimden Sayfalar” ve “Gördüğüm” köşelerine yazılarımı göndermek nasîb olmuştu.
Her yazar kàbiliyeti nisbetinde, okuyucularına hislerini ifâde etmek, düşüncelerini açıklamak ister. Bendenizin bu vâdîde pek isti’dâdım olduğu söylenemez. Ancak, yine de okur-yazar biri olarak, faydalı olacağımı sandığım konuları sizlerle paylaşmak benim için hem mânevî bir vazîfe, hem bir şeref vesîlesidir.
Evet, bâzı hissiyâtımı manzûm olarak ifâde ettiğim doğrudur. Lâkin, bunun şiir san’atında bir yer tutmaya yetmeyeceği kanâatindeyim. Bu düşüncemi de, yukarıya aldığım kıt’amla anlatmaya çalışmıştım. Bu noktadan, İdârenin yazısındaki ifâdeleri bir iltifat ve teşvîk olarak telâkkî ediyorum.
Her yazar, aynı konuları ayrı ayrı şekillerde okuyucularına arz eder. Yazan ve okuyan aynı fikirleri paylaşmıyor olabilirler. Ama, okuyucular kendilerine yarayanı alıp, yaramayanı atma durumundadır. Hiçbir fikri, altın mı - bakır mı diye mihenge vurmadan almamak gerektiğini bilen kişiler olarak, bu gazetenin okuyucularının gelişi-güzel etki altına alınamayacağı bir hakîkatdir.
Bu bakımdan, kabûle lâyık olmayan görüşlerin reddi, hattâ yazarın îkazı okuyanın tabiî hakkıdır. Meşrû sınırları aşmamak şartıyla, “hürriyet-i kelâma serbestî vermek” de yazarın hakkıdır.
Yeter ki, iyi niyet esas olsun…
[email protected]
|
Ekrem Kılıç
10.03.2008
|
|
|
|