1975 yılında avukatlığa başlayan, 1989 yılında ise savcılığa terfi eden Sacit Kayasu, Adana’da savcı olarak görev yaptığı 2000 yılının 28 Mart’ında, başsavcılık makamına çıkıp elindeki iddianameyi teslim etti. İddianamesinde 12 Eylül darbesini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanması talebi vardı. Kayasu’ya göre, MGK üyeleri 1979-1980’de Anayasa’ya aykırı biçimde darbe planlamış, gerçekleştirmişti.
Kayasu’nun iddianamesi hakkında içtihada aykırı biçimde “suç duyurusu” muamelesi yapılarak, takipsizlik kararı verildi. Bundan üç gün sonra Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Kayasu’yu açığa aldı. Ve soruşturmanın üçüncü yılında Kayasu, meslekten ihraç edildi.
Sacit Kayasu işleme konulmayan iddianamesi yüzünden işten atılmasını bir hukuksuzluk olarak görüyor. İddianamesinin şikâyet dilekçesi olarak kabul edildiğini belirtiyor ve şikâyet dilekçesinin de işten uzaklaştırmaya sebep olmayacağını söylüyor.
“Eğer iddianamem işleme konulsaydı başıma gelecek her şeye razı olurdum” ifadelerini kullanan Kayasu şöyle devam ediyor: “Bizim itirazımız askere değil, silâhını vatandaşa doğrultmasına. Silâhını millete doğrultma hakkı askere verilmemiştir. Ne politikacıya soygun yapma hakkı, ne medyaya, bankacıya hortumlama hakkı, ne de savcıya görevini kötüye kullanma hakkı verilmiştir. Herkes mutlak şekilde bulunduğu konumda değerlendirilmelidir. Ordu bizi dışarıya karşı koruması gereken bir kurum. Sen darbe yaparak silâhını bana doğrultuyorsan itirazım var, çünkü senin darbe yapmaman için binlerce sebebin var” Sacit Kayasu’nun “Günaydın Savcı Bey” diye bir kitabı bulunuyor...
*Olayı duyduğunuzda, Şemdinli iddianamesi sebebiyle sizin gibi meslekten ihraç edilen Ferhat Sarıkaya hakkında ne düşündünüz?
“Sarıkaya’ya acıyorum. Benim başıma gelenler onun da başına gelecek” dedim. Bana yapılanlar ve Sarıkaya’ya yapılanlar bir zihniyetin göstergesidir. Benim iddianamem işleme konmadı. Şikâyet dilekçesi olarak kabul edildi. Halbuki şikâyet dilekçesi vermek herkesin hakkı. Suç duyurusu işten atılmayı gerektirmez ancak takipsizlik kararı verilebilir.
*Şikâyet dilekçesi vermek meslekten ihraç edilmeyi mi gerektiriyor?
Saçmalıklar dizisi bana yapılanlar. Savcı iddianame tanzim eder. Senin için tanzim ettiğim iddianame oluyor da Kenan Evren hakkında tanzim ettiğim neden şikâyet dilekçesi olarak kabul ediliyor. Bunun hukukî izahının bana yapılması lâzım. Ceza Muhakemeleri Usûlü Kanununa göre, savcı kendine şikâyet gelmeden de suç işlendiği kanaatine sahip olduğunda bunu araştırır ve suç bulursa dâvâ açar.
*Peki suçu varsayması yeterli mi?
Darbe suçtur. Savcının varsayması gibi birşey sözkonusu değil. O günkü Ceza Kanununun 146. maddesi meâlen; “Herhangi bir kişi veya kurum herhangi bir şekilde anayasayı işgal, tebdil, tağyir ederse cezalandırılır” diyor. 147. madde ise “gerçekleştirilirse cezalandırılır” diyor. 146 ve 147. maddelerde bunun müeyyidesi var. Bugüne kadar darbe yapılan kimse yargılanmadı. Yargılanmadıysa yargılanmayacak anlamına gelmez.
*Yargılanmadı diyorsunuz, ama daha önce darbeye yeltenen ve başarısız olan paşalar asıldı. Darbe suç değilse neden idam edildi?
Bu “Kanunlar ne yazarsa yazsın, darbeyi başaranları kahraman ilân ederim” demektir. 12 Eylül darbesini yapanlar hakkında iddianame yazdığımda “Bu adamın kafasından zoru var” dediler. Ben de “Psikiyatriye gidelim. Aklımdan zorum var mı, yok mu tetkik edilsin” dedim. İkincisi hukuk bilgimin olmadığını söylediler. Ben de “Hukuk eğitimi alırken derslerimi nasıl en yüksek notlarla aldım” dedim. Bir çelişkiler yumağı... Burada benim için önemli olan halkın tepkisizliği. Kimse “Bu iddianame neden işleme konulmadı? İddianameyi şikâyet dilekçisi olarak kabul edip savcıyı nasıl işten atarsın?” diye sormadı.
*Burada halkı yönlendiren kanaat önderlerinin, medyanın payı yok mu?
Kanaat önderlerinin, memurların, siyasetçilerin bazı ceremeleri göze alıp icraatta bulunmaları lâzım. Sırf konuşmayla nereye varılabilir ki? Ortada bir haksızlık var, bu haksızlık başbakana götürüldüğünde gereğini icra etmiyorsa, ortada bir suç varken bu savcıya iletiliyor ve savcı işlem yapmıyorsa konuşmanın ne kıymeti olabilir ki!
* Peki sizi darbeden onlarca yıl sonra harekete geçiren neydi?
Darbenin yapıldığı tarih 1980. Benim iddianameyi tanzim ettiğim tarih 2000. Kanunlara göre zaman aşımı süresi 2000’in 12 Eylül’ü. İddianameyi tanzim edince bu süre yarı oranında artmış oldu.
*2010’a kadar darbeciler yargılanabilir yani?
Evet aynen öyle ancak ben süre uzasın diye değil mahkeme açılsın diye bu iddianameyi hazırladım. Ancak benim iddianamemin işleme konulmaması tamamen kanunsuzdur. Savcının iddianamesine takipsizlik kararı verilemez. Mümkün değil. Hukuk birinci sınıfa giden öğrenciye sorsan “Böyle şey mi olur” der. Benim yazdığım şarkı sözü değildi ya!
*2000’de böyle bir iddianame yazmak için şartlar daha ağır olsa gerek. Siz başınıza gelecekleri düşünmüş müydünüz?
Elbette. 2000’e kadar biri dâvâ açar diye bekledim. Kimse açmayınca mecbur kaldım. Benim kayınpederim albay, sülâlemde bir sürü albay var, general var. En son açması gereken benim ama ben açmazsam zaman aşımına uğrayacaktı. Böyle bir durumda darbeler meşrû hâle gelir. Bir daha söylüyorum kim yaparsa yapsın darbe suçtur!
* Meslek hayatınızı sonlandırmanıza sebep olan bu karar aile içinde nasıl bir etki yaptı?
Hanım sinirden guatr oldu. Benim sinirlerim laçka oldu. Meslekten ihraç edildikten sonra kimse kapımızı çalmadı. İki kulağımda da kulaklık var. Bu olayın bizde maddî ve manevî yıkımları oldu. Beni ihraç etmekle savcılık hayatımı değil bütün hayatımı mahvettiler. Yaşayan bir ölü yaptılar. Şu an yaşım dolayısıyla beni kimse işe almıyor. Avukatlığım da elimden alındığı için hukuk müşavirliği gibi işler de yapamıyorum. Kendimi işe yaramaz olarak hissediyorum. Şu an insan olarak topluma karşı görevimi yerine getirdiğimi düşünmüyorum. İşe yaradığımı göstermek için insan hakları alanında yüksek lisans yapıyorum.
*Peki iddianame yazdığınız yıllarda arkanızda siyasî parti olmasa bile siyasî bir hareket var mıydı?
Eğer olsaydı böyle olmazdım. Mutlaka bir yerlerde çalışıyor olurdum. Hiç kimse bana sahip çıkmıyor. Ben bir görüşün adamı değilim. Ben savcıysam tarafsız olmak durumundayım. Avukatken bir partinin il başkanıydım.
*Hangi parti?
1979 yılında MHP’nin Denizli il Başkanlığı’nı yaptım. Bu darbeden en son etkilenmesi gereken benim. Bu hukuksuzluğa birinin ‘Dur’ demesi gerekiyordu, ben bunu söyledim. Savcı olduktan sonra siyasî hayatınız biter, bitmesi lâzım.
*Ama bugün yargı siyasetin ve militarizmin esiri gibi duruyor?
Yanlış. Kişi hangi makamda olursa olsun siyasî kişiliğini bir kenara bırakmazsa millet için değil siyasî görüşü için çalışır. Bu tarafsız olması gereken devlet memuru olma kavramına ters. AB’nin şu an hakimlerde aradığı özellik tarafsız ve bağımsız olmaları. Ama TESEV’in yaptığı araştırmada hakimlerin devletten tarafa olduğu çıkıyor. Böyle şey olmaz. Hakimin, savcının adaletten yana olması lâzım. Hakimler adalet bakanından bile emir alamazlar, almaması gerekir. Kaldı ki adaletle ilgisi olmayan kurumlardan talimat almaları düşünülemez.
*Sizce 2010 yılına kadar uzamış süre içinde mahkemenin önüne bir iddianame gelir mi?
İddianamenin mahkemenin önüne gelmesi engelleniyor. İddianameye muhatap olan sanıklar beraat edebilir illa ceza alacak diye birşey yok. Önemli olan o iddianamenin 2010 yılına kadar mahkemenin önüne gelmesi. Savcılar 2010’u beklemesin çünkü bunun bir de yargı süreci var. Dâvâ devam etse bile 2010’un 12 Eylül’ünde süre biter. Kenan Evren hapse mi girsin? Yok. Suç işlediği ortaya konulsun sonra cezası affedilsin.
* Bu milletin zedelenmiş onurunun geri verilmesi anlamına mı gelecek?
Elbette... Elbette... Zaten insan hakları açısından ele alacak olursak yirmi senelik zaman aşımı süresinin kıymeti yok. İnsan hakları ihlâllerinde zaman aşımı işlemez. Ben doğrudan doğruya kanundaki mantığı ele aldım.
*Peki siz millete karşı işlenen bu suçun karşılığında devletin milletten özür dileyeceğini düşünüyor musunuz?
Kaç sene sonra bilmem ama bu olacak. Darbeler yargılanacak ve tarih önünde mahkûm edilecek. Gönül ister ki darbede mağdur edilen, işkence gören, yakınları öldürülen kişiler hayattayken bu yapılsın. Darbeye maruz kalmış insanların yaraları sarılmalı. Şu an mağdurlar da failler de hayatta iken hesabın görülmesi lâzım. Bu, herkese ağır cezalar verilsin demek değil. Suçu tescillensin mağdur olanlara tazminat ödensin. Ben 12 Eylül’de zarar görmedim. Benim derdim hukuk. Adaletin olmadığı bir yerde insanlar huzur ve güvenle yaşayamazlar. Huzur ve güvenin tek şartı siyasî iktidar değil adalettir.
*Konuşmamız içinde milletten şikâyetçi olduğunuzu söylediniz. Peki devlet baskısı yüzünden mi millet bu hâle geldi yoksa millet böyle olduğu için mi baskılar devam ediyor?
Darbeleri yapan ordumuz millet tarafından “Peygamber Ocağı” olarak biliniyor. Bizim itirazımız askere değil silâhını vatandaşa doğrultmasına. Silâhını millete doğrultma hakkı askere verilmemiştir. Ne politikacıya soygun yapma hakkı, ne medyaya, bankacıya hortumlama hakkı, ne de savcıya görevini kötüye kullanma hakkı verilmiştir. Herkes mutlak şekilde bulunduğu konumda değerlendirilmelidir. Ordu bizi dışarıya karşı koruması gereken bir kurum. Sen darbe yaparak silâhını bana doğrultuyorsan itirazım var, çünkü senin darbe yapmaman için binlerce sebebin var. 11 Eylül’de oluk oluk kan akarken 12 Eylül’de birden kan duruyorsa benim o zaman “Neden” diye sorma hakkım var.
*Ailenizde asker kişiler olduğunu söylediniz. Size tepkililer mi?
Katiyyen. Asker olan kişiler benimle aynı zihniyette değiller. Yaptığım şeye olumsuz baktılar, ancak bana en ufak şekilde hissettirmediler. ‘Nasıl biz tatbikat yaparken sormuyoruz, o da kendi işini yaparken bize sormaz’ dediler.
*Olayın üstünden 8 sene geçti. Yenilmişlik duygusu içinde misiniz? Huzurlu musunuz?
Yenilmişlik duygusu diye birşey yok. Elbette huzurluyum. Ancak böyle olacağını bilsem bu işe kalkışmazdım.
*Nasıl yani?
İddianamenin işleme koyulmayacağını bilseydim bunu yapmazdım. Koyup benim ihraç edilmem önemli değildi. Bana o dönem “Vurulursun seni öldürürler” dediler “Olsun” dedim. Onların hepsini karşılamaya hazırdım. Ama iddianamenin işleme koyulmayacağını bilsem böyle birşeye kalkışmazdım.
Türkiye mutlak surette darbelerle yüzleşmeli. Hangi tehlikeye karşı olursa olsun yapılan darbe hukuk dışıdır. Bunun engellenmesi için devletin elinde imkânlar vardır. Bazı tehlikeleri önlemek devletin aslî vazifesidir. Hükümet, asker, adliye, polis olarak... Eğer bunlar önlenemiyorsa o birimlerin sorgulanması lâzım. Önlenemeyen ve önleyemeyen ne ise... Benim 12 Eylül’e dâvâ açmamın sebebi bu. “Biz darbe yapmak için şartların oluşmasını bekledik” sözü her şeyden önce iyi niyeti değil kötü niyeti ortaya koyar. Bu “kan aksın, vatandaş kırılsın, biz darbe yapalım” demektir. Böyle şey olmaz. 12 Eylül’e geldiğimizde 19 ilde sıkı yönetim vardı. Buna rağmen cinayetler işleniyor ve failler bulunamıyor. Ortada böyle bir beyan varsa ben o gün iş başında bulunan siyasî, askerî kim varsa hukuk karşısına çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Kardeşim “Sen bu kargaşayı niye engellemedin? Senin elini ne tuttu? Polisin mi yoktu? Jandarman mı yoktu? Bakanın mı yoktu? Sen kimin hesabına bu darbeyi yaptın?” diye sorarım. Her darbe bir ülkenin gelişimini en az elli sene engeller.
*Günümüz yargı camiasına baktığınızda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pek ümitli değilim. Tesev’in araştırmasına göre hakim ve savcılar “devletim sözkonusu ise ben hukuk mukuk dinlemem” diyor. “AİHM dinlemem” diyor. Bunlar kötü beyanlar. Tam tersine olması gerekir. Artık bakanlık bünyesinde AİHM bürosu var, hakimler, savcılar insan hakları konusunda eğitiliyorlar. Buna rağmen böyle bir sonuç çıkıyorsa gidiş kötüyedir.
* Devlet, haksızlık yapıyorsa hakimlerin “Devlet mevlet tanımam” demesi mi gerekiyor?
Sen haksız olduğu hâlde güçlünün, zenginin lehine karar vermeye çalışırsan adaletten bahsedemezsin. Bir menfaat kararından bahsedersin.
* Peki bunun önüne nasıl geçilebilir?
Fakültelerden başlamalı. Onlara kim ve ne olursa olsun adaletten sapmamaları gerektiği söylenmeli. Yüksek lisans yapmaktaki gayem bu. Özel üniversitelerde hocalık yapabilirsem, bunu anlatacağım. Başına ne gelirse gelsin adaletten ayrılma. Amacın para kazanmak ise sen ancak bilgili bir hırsız, bilgili bir katil olabilirsin. Benim vicdanım olmasa benden iyi kimse hırsız olmaz. Her türlü işin üç kâğıtçılık usûlünü biliyorum ve kimse beni yakalayamaz. Yakalasa bile cezalandıramaz.
Bizde adalet milletin özünde var. Biz mazlûmdan yana olmuşuz. Uygulamaya baktığımızda ise yok... Sacit Kayasu’lar çoğalmalı. Sen Sacit Kayasu’ları yok etmeye çalışırsan bu ülkenin bir adım ileri gitmesi mümkün değil. Çünkü adaletin olmadığı yerde insanların dürüst olması için, kanunlara uyması için sebep kalmaz. Adalet duygusunun genele yerleşmesi lâzım. Beyinler ideolojilerle yoğrulmamalı. Bir de özel adliyeler kurulabilir. Nasıl özel hastaneler var, özel adliyeler de olabilir. Bunlar ceza dâvâlarını görmeseler bile bazı dâvâlara bakabilir.
|