Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin Kemal

Resmî ideoloji ülkeyi artık yönetemiyor

Sosyolog Ferhat Kentel, resmî ideolojinin Türkiye’yi yöneteme-diğini belirterek, “Yönetme iddiasında olduğunu, ancak yönete-mediğini düşünü-yorum. Devlet eliyle yukardan dayatılan modern-leşme artık tutmuyor. Hayat farklı akıyor” diye konuştu.

*28 Şubat’ı devlet- toplum ilişkisi açısından nasıl açıklarsınız?

İnsanlar hareket eder. Hareket ettikçe de değişir. Toplum içindeki güçlü zümreler bu değişim karşısında kendi iktidarlarını ve düzenlerini devam ettirmeye, kendi görüş ve ideolojisini herkesin ideolojisiymiş gibi kabullendirmeye çalışır. Toplumsal değişim bu düzeni sorgular. Her yeni dönemde yeni talepler yükselir, ama Türkiye’de sürekliliği olan, belki cumhuriyetten önce başlayan modern çağdaş bir milletin oluşturulması. Homojen, Batı referanslı, laik yeni bir millet yaratılırken ortaya çıkmış olan zihniyet, sınırlı zümrenin zihniyeti oldu. O zihniyet hiçbir zaman yerini bırakmak istemedi. O zihniyetin kelimeleri mantığı yükselmek isteyenlerin sığınağı, garantisi oldu. Kutsal bir yerdi. Demokrat Parti sistemin sorgulanmasına tekabül ediyor. Bir taraftan da o zümrenin içinden çıkmış bir parti, ama dili değiştirerek, yerel kültüre referans vererek, toplumsal hareketi temsil ediyordu. Ancak önü kesildi. Arkasından benzer hareketler oldu. 28 Şubat döneminde ise, sağdan ve soldan bağımsız siyasî İslâm’ın temsilcileri ortaya çıktı. Millî Nizam’dan başlayan, Orta Anadolu ve Anadolu’dan oy alan daha kentli bir parti ortaya çıktı. 28 Şubat’çılar tarafından korkulan bu hareket, hem bu kadar içeri girmişti, hem de o kadar dışarıyı temsil ediyordu. Şok burunlarının dibine kadar gelmişti...

*Bu merkezin şok hali miydi?

Şoktan ziyade açılmış bir savaş görüntüsü vardı. Medyanın o dönemki tavırları, ortaya çıkan sahte şeyhler. O dönemde bir sürü insan mağdur edildi. Bu toplumsal hareketin kenarından tutup çıkar sağlamaya çalışan hoca bozuntuları türedi. Dükkân soyup arabasının önüne bayrak asarak kaçan insanlar, vatansever olamayacağı gibi, İslâmî hareket bir sürü kesim tarafından kullanıldı. Bunlar 28 Şubat zihniyetinin işine yarayacak şekilde tezgâhlanmıştı, inanılmaz bir tezgâh vardı. Bunun yanında Erbakan’ın Susurlukla ilgili ettiği laflar sürecin içine etti, çok büyük kırılma yaşandı. Muhalefeti “Gulu gulu dansı yapıyor” diyerek aşağılayınca, bütün 28 Şubat zihniyetine fırsat vermiş oldu. Bu söylem “Kahrolsun şeriat” sloganıyla RP’ye döndü. RP Susurluk’la sivil hareket taşıyıcılık yapabilirdi, ama beceremedi.

*“Bu toplumsal hareketin kenarından tutup çıkar sağlamaya çalışan hoca bozuntuları türedi” diyorsunuz. Bunlar önlenebilir miydi?

Zordu herhalde. Başkaların zihinlerinden geçenleri ve ahlâklarını ölçen bir makine yok. Bu tarz çıkarcı insanlar sol ve Kürt hareket içinde de olmuştur. Dinî bilgim güçlü değilse, hoca görünümlü bir insanı dinleyebilir ve etkisi altına girebilirim. Toplumsal hayat daha karmaşık ve nerde iyilik başlıyor, nerde kötülük başlıyor net olarak ortaya koyamıyoruz. Maalesef modern toplumlarda her şeyin ikiye ayrılması şeklinde zihniyetler inşa oldu. Artık modern zaman ve geleneksel zaman, modern ve geleneksel gibi ayrımlar var. Bu tür bölerek düşünme, toplumsal olarak düşünce yapımıza girmiş durumda. 28 Şubat’ta sahte hocalarla tüm başörtülüler aynı kategoriye itildi. Aradaki bütün renkleri yok ederek, tam bir ordu mantığıyla “Bizim taraf ve öteki taraf” diyerek savaşlar açıldı. Silâhlı Kuvvetler için arada bir şey yoktur, ya dosttur, ya da düşman… Sıradan insanlar kendi inanç ve kültürlerini savununca, Kalkancıyı savunuyor gibi lanse edildi. Bu inanılmaz bir kısır döngüydü...

*Peki kendilerini aydın olarak tanımlayan, toplumdaki bu farklılıkları bilen veya bilmesi gereken insanlar nasıl buna alet oldu?

Ortalama Türk aydının yetişme tarzının etkisi olduğu gibi, bu kategorileşmenin ekmeğini yiyen grup onlar. TV ve gazetede kısa zaman ve dar mekânda kafaları karıştırmayacak haberler yapmak zorundasınız. Bu tür haberler hayatın kategorik olarak algılanmasına inanılmaz yardım eder.

Seyirci kaybetmemek için en çarpıcı görüntüyü göstermek zorunda hissediyorlar. Aczimendiler 28 Şubat öncesinde yoktular, şimdi de yoklar. O dönemde inanılmaz bir şekilde araçsallaştırıldılar. Kimse onlar hakkında derinlemesine analiz yapmadı. Meselâ belgesel yapılabilirdi. Pozivitist aydınlar araç oldular...

*Zaten taraf değiller miydi bu tartışmada?

Aydın denen insan, toplumun tam da içinde olmasa bile, toplumla konuşmaya çalışan, karşılıklı düşünme içinde olması gereken insanlardır. Ama daima böyle olur diye bir şey yok. Onlar da ekmek parası kazanmaya çalışan, işten atılmaktan korkan, güçten korkan, iktidarın kanatları altında çalışan, insanî olarak zayıf varlıklar. 28 Şubat’ta aydınlar dürüst değillerdi ve düşünceye saygıda sınıfta kaldılar. Tabiî o dönemde yüzünün akıyla çıkmış aydınlar da var.

Bu insanlar tarihe iz bırakmışlardır. Dönüp bakıldığında, “28 Şubat döneminde bir tane adam çıkmamış mı?” denme riskinden bizi kurtardılar. Aydın olmak böyle zamanlarda ortaya çıkıyor.

*28 Şubat’ın toplumsal etkileri nasıl oldu?

Toplumda büyük hasar yarattı. Rejimin istemediği dilden konuşmama geleneğini yeniden üretti. Ha İslâmcılar, ha Kürtler, ha Ermeniler korkutulmuş fark etmez. 28 Şubat korkularla kendini yeniden üreten bir zihniyet. 28 Şubat gereken mesajını topluma verdi ve yeniden travma geçirdik. Sol diliyle konuşmaya kalkıyorsunuz “konuşma” deniliyor. Bu toprakların binlerce yıllık kültürü olan İslâmî kelimelerle konuşmaya çalışıyorsunuz yine önünüz kesiliyor. Geriye milliyetçilik kalıyor. Son dönemde kullanılan milliyetçilik diliyle farklı şeyler anlatılmaya çalışılıyor. Bu sefer de milliyetçilik diliyle sistemin altı oyuluyor.

*Kamplaşmacı zihniyeti yeniden üretiyor dediğimiz milliyetçilik, nasıl oluyor da sistemin altını oyuyor?

Milliyetçilikte Kars’taki adamla, İzmir’deki adamın ortak ruh halinde olması gerekiyor. Herkes milliyetçi, ama herkes farklı konuşuyor, herkes kendi derdini anlatmaya çalışıyor. Ankara’daki bir işadamıyla Erzurum’daki bir işçi milliyetçilik üzerinden konuşuyor, ama birisi dibine kadar laik, birisi dibine kadar İslâmcı. İkisi de birbirinden nefret ediyor bu insanların. Ülkede hakim olan totaliter zümre yüzünden kendi dilimizi kullanamadığımızdan, ortalıktaki dili kullanarak kendi derdimizi araya sokuşturmaya çalışıyoruz.

*Sizce herkes özgürce kendi dilini konuşsa, uzlaşma daha çabuk mu sağlanır?

Bana öyle geliyor. Kendi derdimi anlattığımda başkasının derdini de görmeye başlayacağım ve ortak anlatılabilir dertler olduğunu göreceğim. Adam yerine konulmak ortak paydası altında Müslümanlık, Ermenilik, Kürtlük hepsi bir araya gelebilir. Başkası bana “Sen şusun demesin yeter.” Böyle olunca İslâmiyet kategorik olmaktan öte, rahatlamış bir hikâye olarak yaşanacak. Genç siviller inanılmaz farklı insanların bir araya geldiği bir hareket. Ahlâk, hak, adalet kavramları üzerinden konuştukları için, farklı kesimler bir araya gelebiliyor. Son dönemde başörtülülerin imzaladıkları özgürlük bildirisi de buna örnek. Bu imza inanılmaz bir şey. “Ben başörtüsüyle üniversiteye girsem bile özgürleşemeyeceğim. Başkalarının hakları da verilsin” diyorlar. “Ben kategori olmam” demek, iktidarın oyununu bozuyor. İktidarın “sen şusun, ben buyum” kategorisini darmadağın ediyor.

*28 Şubat’la asker Sünnî çoğunluğa da silâh çevirmiş oldu. Sizce bu ordunun sorgulanırlığını arttırdı mı?

İslâmî hareket içinde de özgürleşme oldu. Homojen ve otoriterlikten sıyrıldı. Erbakan’ın temsil ettiği, modernist söylemi tekrar üreten antimodernist söylem, kamusal alana damga vurma çabasıydı. “Rektörler başörtülülere selâm duracak” derken, iktidar diline karşı gibi durarak yeniden üreten Erbakancı zihniyette kırılma yaşandı. Dindar kesim “Ordunun her sözü dinlenir” mantığından çıkmaya başladı. Müslümanlar ordunun koltuk altına girme halinden çıktılar. Bunda İslâmî kesimin burjuvalaşması, sivil toplum örgütlerini kurması, medyasını inşa etmesi büyük etkendir. Böylelikle devleti yeniden üretmekten vazgeçtiler.

*Ali Bayramoğlu 28 Şubat’ı ikinci Kemalist atılım projesi olarak tanımlıyor. Sizce bu girişim başarılı oldu mu?

Uzun vadede bakarsak, tabiî ki başarılı değil. Toplumu dağılmanın eşiğine getiren bir operasyon, başarılı oldu denilemez. Kendi sorgulanmazlığını bir müddet daha sağlamış oldu diyebiliriz.

*Bu zihniyetin toplumu kurtarmak gibi bir niyeti olmadığını düşünürsek, kendi sorgulanmazlığı açısından başarılılar denilebilir mi?

Onların öngördükleri toplumsal mühendislik projeleri tahmin etmedikleri sonuçlar doğurabiliyorlar. Derenin önüne set koysanız da dere başka yerden akmaya devam ediyor. “Konuşmak istiyorum, konuşturulmuyorum” diyenler, “başkalarıyla birlikte konuşabilirim” anlayışına yöneldi, bu da demokratik potansiyeli artırdı.

*Peki resmî ideolojinin ülkeyi hâlâ yönetebildiğini söyleyebilir misiniz?

Yönetme iddiasında olduğunu, ancak yönetemediğini düşünüyorum. Devlet eliyle yukarıdan dayatılan modernleşme, artık tutmuyor. Hayat farklı akıyor.

Hasan Hüseyin Kemal

04.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (03.03.2008) - Emekli komutanların rantiye bağlantılarını göremedik

  (02.03.2008) - Başörtülü kanser hastası memuriyetten çıkarıldı

  (01.03.2008) - Kemalist proje kaybediyor

  (29.02.2008) - Ülkeyi 28 Şubat ruhu parçalıyor

  (28.02.2008) - Askerden talimat almak, gönüllü kulluktur

  (27.02.2008) - “Bir maniniz yoksa, son kez desteğinizi istiyoruz”

  (25.02.2008) - İstanbul Fırıncılar Odası Başkanı Fahri Özer: Ekmeğe standart gelmeli

  (21.02.2008) - Sivas, Türkiye’nin mozaiği

  (16.02.2008) - Yardımlarla kardeşlik köprüleri kuruluyor

  (11.02.2008) - Uzlaşmanın dağılmasına izin vermeyelim

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri