Lozan Antlaşmasında “Müslüman olmayan dinî topluluklarla sınırlı da olsa” cemaatleri ve bunların kurumlarını vakıf tüzel kişiliği formunda tanımak zorunda kalan Türkiye Cumhuriyeti, Müslüman olmayan dinî azınlıkların yeni vakıflar tesis etmesinin önüne geçmek üzere Medenî Kanun’un 101. maddesi ile, “belli bir ırk ya da cemaat” mensuplarını desteklemek suretiyle yeniden vakıf kurulmasını yasaklamıştı.
Bu hükme münhasıran “Belli bir azınlık cemaatini desteklemek amacıyla” vakıf kurulmasını engellemek amacı ile Medenî Kanun’da yer verildiği, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan azınlık mensubu kişilerin “Belli bir azınlık cemaatini desteklemek amacı” taşımamak kaydıyla yeni vakıf tesis edebilme imkânına sahip oldukları kabul edildi.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında ise, İslâm dinine mensup olanlar arasında kanunun yasakladığı anlamda etnik bir cemaat anlayışından söz edilemeyeceği açıktır.
Ancak hukukun dışına çıkıldığı olağan dışı dönemlerde, aksi düşüncelerle, milletimizin kâhir ekseriyetince benimsenen dinî ve millî değerlerin korunması amacıyla kurulmuş vakıfları, “belli bir ırk ya da cemaat” mensuplarını desteklemek suretiyle yeniden vakıf kurulmasına ilişkin yasak kapsamında mütalaa etmek gibi hukukî ve sosyolojik olarak hatalı yollara sapıldı. Bu şekilde pek çok vakfın kapatılması için dâvâlar açıldı.
Avrupa Birliği üyelik sürecinde anayasanın 33. maddesinde 2001 yılında yapılan değişiklikle dernek ve vakıf kurma hürriyeti genişletildi.
Anayasa 33/2’ye göre “Dernek kurma hürriyeti ancak millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hürriyetlerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlandırılabilir.”
Anayasanın sağladığı açılımın kanunlar düzeyinde de sağlanması kanunların anayasaya uygun olması zorunluluğunun bir sonucudur.
Nitekim kanun koyucu 4.11.2004 tarihli ve 5253 sayılı yeni Dernekler Kanunu ile dernekler için bu anayasal hükme uygun ve özgürlüğü genişletici nitelikte yeni bir düzenleme yapmıştır: 30/b’ye göre, “Dernekler, anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla kurulamaz.”
Buna karşılık, vakıflar hakkında da uygulanacak olan Anayasa 33. maddesinin değişmesine ve özgürlük alanını genişletmesine rağmen, vakıf kurma özgürlüğü ile ilgili herhangi bir olumlu gelişme henüz yaşanmamıştır. Bu durumda benzeri bir değişikliğin vakıflar hakkında da yapılması zorunludur.
Gerçekten yürürlükteki 2002 tarihli Türk Medenî Kanununun 101/4. maddesine göre, “Cumhuriyetin anayasa ile belirlenen niteliklerine ve anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.”
Görüldüğü üzere, bu hükümde öngörülen yasak amaçlar hem anayasanın 33. maddesinin yürürlükteki şekline, hem de Dernekler Kanununun dernek kurma özgürlüğü ile ilgili 30/b hükmüne nazaran daha kapsamlı bir sınır getirmektedir.
Öte yandan, MK. 101/4’teki sınırlama kriterleri, oldukça muğlak ve günün şartlarına aykırı bir düzenleme niteliğindedir. O halde, MK. 101/4 değiştirilmelidir.
Değişiklik yoluyla, Dernekler Kanunu’na paralel olmak üzere, vakıflar için de şu biçimde bir düzenleme yapılabilir: “Vakıflar, anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla kurulamaz.”
Bu yolda bir değişikliğin gecikmeksizin TBMM'nin gündemine getirilmesi zorunludur. Değişiklik yeni Vakıflar Kanunu ile gerçekleştirilebilirdi. Ancak bu fırsat kullanılmadı.
Yapılması önerilen değişiklik Türk vakıf geleneğinin sürdürülmesi açısından hayatî bir önem taşımaktadır. Vakıf gibi vatandaşların sosyal dayanışma duygularını geliştiren müesseselerin kuruluş ve varlıklarını sürdürmeleri, başta hukukî güvenlik olmak üzere, her türlü endişeden uzak kılınmalarını zarurî kılmaktadır.
Mevcut durumda, milletimizin kâhir ekseriyetince benimsenen dinî ve millî değerlerin korunması amacıyla kurulmuş vakıfların; “belli bir ırk ya da cemaat” mensuplarını desteklemek suretiyle yeniden vakıf kurulmasına ilişkin yasak kapsamında mütalaa edilmesi gibi, hukuk dışı uygulamalara karşı yeterli güvenceye sahip olduklarını söylemek mümkün değildir.
06.03.2008
E-Posta:
|