‘İslâmın cezalandırıldığı yüzyıl’ yazımda İsmet İnönü’den bir alıntı aktarmıştım: “Biz Müslüman olduğumuz için bağımsız olmamıza izin vermiyorlar...” Bunun mefhumu muhalifi şudur: Müslümanlığımızdan sıyrıldığımız oranda bize bağımsızlık verdiler. Ama üst yapımız yani devlet erkânı ve sistem İslâm’dan ayrılsa da halk tam ayrılmadığından dolayı da bize tam bağımsızlık vermediler ve vermek istemediler. Çünkü güven sağlanamadı. Küllendirseler de koru söndüremediler. Merhum Ahmet Kabaklı Hoca, ‘Temellerin Duruşması’ adlı kitabında bağımsızlık ve istiklâliyet sürecinde Lozan’da Lord Curzon’un Türkiye’den bazı somut talepleri olduğunu yazar. Bunlardan birisi de elbette bağımsızlık karşılığında hilâfet ve İslâm dünyası ve İslâmî değerlerle bağların koparılmasıdır. Nitekim de öyle olmuştur. Bununla birlikte, bu dikte şartların sadece Türkiye’ye mahsus olduğunu düşünmek İslâmiyetin evrenselliğini unutmak olur. Nitekim, İslâmcılığı sadece Türkiye’ye hasrederek İsmail Kara bir nev'î böyle bir yanlışa düşmüştür. Türkiye merkez olabilir ama kenarlarda da benzer süreçler yaşanmıştır. Bunun tipik misallerinden birisi de Taha Hüseyin’in tarihe tanıklık eden sözleridir.
***
Hadislerde belirtildiği gibi, batılıları, kertenkele çukuruna dahi girseler taklit etme taraftarı olan Taha Hüseyin: “Medeniyette onlarla ortak ve onlara rakip olabilmek için onlardan gelen herşeyi ayırım yapmadan almamız gerekir. İyisini kötüsünü, sevileni, sevilmeyeni, ayıp olanı, olmayanı ayırt edemeyiz. Velhasıl bütün ürünlerini toptan almamız gerekir...” demişti. Batı ile ilişkileri şu iki kelime ile özetler: Onlardan ilzam/zorlama bizden de iltizam/bağlanma. Yani Batı medeniyetini kabul ettirmek için onların zorlamalarını meşrû görür. Onların bize baba şefkatiyle çocuğuna ilâç içirir gibi batı medeniyetini aynı şekilde zorla zerketmeleri gerektiğini savunur. Buna mukabil bizden de onu içselleştirmemizi ister. Tam bir mankurt misali.
***
Mısır’da Kültürün Geleceği adlı tartışmalı ve tepki toplayan eserinde şöyle yazar: “Avrupa önünde, onun yönetim şeklini tereddütsüz kabul edeceğimize dair söz verdik. İdarede de onu örnek alacağımızı deklare ettik. Yasamada yine onu izleyeceğimizi duyurduk. Batı (Avrupa) önünde, bütün bunları iltizam ettik, kabul ettik. 1936 yılındaki Bağımsızlık Muahadesi ve keza 1938 yılında Kapitülasyonları Kaldırma antlaşmasında da sarih ve açık bir biçimde Avrupalılar önünde onlar gibi olacağımıza dair söz vermedik mi? Taahhütlerimizin mahiyeti bundan başka nedir ki? Bu anlaşmalar mucibince, rejim, idare ve yasamada onlar gibi olacağımıza ve onları taklit edeceğimize söz verdik. Medeni dünya önünde kat’i bir biçimde bu yöndeki taahhütlerimizi ve iltizamlarımızı bildirdik...”
Demek ki, ‘Temellerin Duruşması’ sadece Türkiye için değil aynı zamanda Mısır gibi ülkeler için de geçerlidir. Türkiye bu hususta sadece bir ilk, yani arkatiptir. Muhammed Umara’nın dediği gibi, Batı’dan elde ettiğimiz özgürlüğün bedeli asaletimiz, mazimiz ve öz kimliğimizdir. Alınan değil de verilen özgürlüğün bedeli budur. Kasım Emin’in yapmak istediği gibi kadınımız geleneğinden ve dinî vecibelerinden, ülkelerimiz de bu özgürlük algısıyla birlikte İslâmî hususiyetlerinden koparıldı. Bu özgürlük anlayışı gelenekten ve İslâm’dan kopmak anlayışını temsil ediyordu.
10.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|