Filistinliler Nakba’nın yani felâketin 60’ıncı yıldönümünü anmaya hazırlanıyorlar. İsrail de galiba Nakba’nın altmışıncı yıldönümünü şoah yani soykırım haline getirmek için son hazırlıklarını yapıyor. Geçtiğimiz günlerde Amerikan donanması Lübnan açıklarına demir attı.
Bu gelişmeyle ilgili olarak Lübnan Meclis Başkanı kurt politikacı Nebih Berri kendi kanalına bir değerlendirmede bulundu ve ezcümle şunları söyledi: “Aslında, Lübnan’a yapılan abluka Gazze üzerindeki kuşatmayı gözden kaçırmak için yapılmıştır. Dikkatler Gazze’den Lübnan’a kaydırılmak istenmektedir...” Bu değerlendirmeler ister doğru isterse yanlış olsun, ama sonuçta Filistin gerçeğinin bir parçası. Yine Kassam veya Glad benzeri füzelerin ateşlenmesi gerekçe gösterilerek İsrail Gazze’ye havadan ve karadan vahşi bır saldırı yaptı ve dünyanın gözleri önünde yüzün üzerinde Filistinli öldürüldü. İzaha gerek yok, bunların kahir ekserisi sivil. İçlerinde bebekler de var. Ama kara para aklamak gibi İsrail de vicdanını aklamak için dolambaçlı yollara tevessül ediyor ve hemen Hamas’ın, füze saldırılarından dolayı Gazze’deki sivil kayıplardan sorumlu olduğunu ileri sürüyor. Ehud Barak öyle dedi. İsrail basınını takip ettiğinizde meselâ toplu cezalandırma gibi suçlamaları da hemen tevil ettiklerini görürsünüz.
Holokost’la birlikte İsrail’in büyük bir tevil yeteneği kazandığı da anlaşılıyor. Şiddetleri bitiren şiddet veya şiddetleri doğuran şiddet tekerlemelerinde olduğu gibi Holokost da suçları bastıran suç olmuş oluyor. Hitler’in yaptığı suç Filistinlilerin oluyor ve o suç üzerinden de İsrailliler limitsiz ve orantısız bir şekilde diledikleri kadar suç işleyebiliyorlar. İşte burada Kur’ân’ı anmaz mısınız? La teziru vaziretun vizre uhra kuralı: Birinin suçundan dolayı başkalarının cezalandırılamayacağını söylüyor. Aksi takdirde, toplu cezalandırmaya veya bizi ‘fail millet’ tanımına götürür. Hitler Yahudilere belki de ‘fail millet’ olarak davrandı. Ama sonra da aynı sakim anlayış Almanlara karşı uygulandı.
***
Gazze’ye saldırılar sırasında ister istemez bu durumdan Batı Şeria da etkilendi ve Abbas anlamını yitiren müzakereleri durdurduklarını açıkladı. Tabiî ki Filistinliler kıyılırken İsrail’le poz veremezdi. Burada, birbirini yok etmek üzere kurulu iki anlayış birlikte nasıl yaşayabilir, onun cevabı aranmalı. Elbette bundan kasıt Hamas ve İsrail. Hukukî olarak birbirlerini tanıyamayacakları için en iyi formül mütareke. Bu da, Hamas ile ilgili kitabı da bulunan Filistinli yazar Azzam Temimi’den geliyor. İsrail’in istediği gibi karşılıklı hukukî tanım mümkün değil. İsrail sadece tek yanlı olarak kendisinin tanınmasını istiyor ve bunun için de Quartet’i kullanıyor. Halbuki İsrail sadece yıllar önce alınan BM kararlarını tanısa ve uygulasa yetecek. Belki o takdirde Hamas bile en azından silâhlı bir örgüt olarak varlık nedenini kaybedecek. Ama İsrail Filistinlilerin haklarını tanımadan ondan kendisini tanımalarını istiyor. Meselenin kilitlenme noktası burasıdır. Azzam Temimi’nin zikrettiği teklif aslında Hamas’ın teklifidir. Barış yerine uzatılmış ateşkeslerle idare etmek. Ama İsrail illa da meşrûiyet ve tanınma istiyor. Hukuk gasbı ve ihlâlini de telâfi etmek ve ihkak-ı hakda bulunmak istemiyor. Bunun yerine Filistinlilerin yapılarını çözmeye ve onları ya kaçmaya ya da teslime zorluyor. Bunun da sonunun geleceği yok gibi. Halbukî hukukî olmasa bile defacto olarak ortak yaşamın asgarî müştereklerini bulmak gerekiyor. Bunun yolu da ‘truce’ yani Hamas’nı deyimiyle hüdne. Yani mütareke. Dolayısıyla burada iki şık var. Bunlardarn birisi Azzam Temimi’nin dediği gibi ‘truce’ yani ateşkes diğeri de bloodbath yani kan banyosu. İsrail ne yazık ki ateşkes yerine kan banyosunu tercih ediyor. Halbuki Ariel Şaron hükümeti sırasında ulusal güvenlik danışmanı olarak hizmet eden Giora Eiland, Hamas’ın ateşkes teklifini makul buluyor ve Gazze’de birlikte yaşamın önünü açacak bir formül olarak görüyor. Eiland’ın formülünü yabana atan ve dışlayan bütün formüller aslında kan banyosuna çıkıyor.
***
Ya da bloodbath yerine ve onu da aşan bir biçimde soykırım anlamına gelen ‘şoah’ı uygulamak. Zaten muharref Tevrat’ta buna dair tarihten örnekler var. Savunma Bakanı Ehud Barak’ın “Karadan harekât kaçınılmaz” açıklamasının ardından Yardımcısı Matan Vilnai, Filistinlilerin roket saldırılarıyla ‘büyük soykırım’a dâvetiye çıkardıklarını söyledi. Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi kamplarında yaşadıkları soykırımı tanımlarken tercih ettikleri ‘şoah’ (holocaust) kelimesini kullanan Vilnai, Ordu Radyosu’na “Kassam saldırıları yoğunlaştıkça ve roketler daha uzun menzillere ulaştıkça, Filistinliler büyük bir soykırımı dâvet ediyorlar, çünkü kendimizi savunmak için tüm gücümüzü kullanacağız” diye konuştu. Hamas yetkilisi Sami Ebu Zuhri, “Filistin halkını öldürmek ve yakmak isteyen yeni Nazilerle karşı karşıyayız” yorumunu yaparken, İsrailli yetkililer düzeltme çabasına girişti. İbranice ‘şoah’ kelimesi ‘holocaust’ kastı dışında pek kullanılmasa da İsrail Dışişleri Sözcüsü Arye Mekel ve Vilnai’nin sözcüsü “Vilnai ‘şoah’la ‘felâket’i kastetti” izahatını getirdi. İsrail şuuraltındakini tevil etmeye çalışırken bile çırpındıkça batıyor. Zira İsrail soykırımı kabul etmediği gibi 14 Mayıs 1948 tarihini Filistinliler için Nakba veya felâket olarak da görmüyordu. Aksi takdirde, kendisini Filistinlilerin felâketi olarak görmüş olacaktı. Bu işin tevili yok. Nereye kaçsa duvara tosluyor, kendisiyle çelişiyor...
04.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|