The Guardian benzeri gazetelerin yazdığı gibi, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine ve Kürt bölgesine PKK unsurlarını sıcak takip için karadan dalış yapmasıyla birlikte 2003 yılından beri oluşmakta olan statüko kırıldı ve kısmen 2003 öncesine dönüldü. En azından Türkiye açısından. Bu denklemde, Saddam’ın yerini Barzani ve Talabani gibi bölgesel Kürt liderleri değil de ABD aldı. Böylece bir kez daha bölgesel Kürt yönetiminin korktuğu şey başına geldi.
5 Kasım 2007’ye kadar Türkiye, Kandil ve bölgedeki PKK varlığına karşı mücadele edilmesini ve eylemcilerin Türkiye’ye teslimini ve en azından kendilerine harekât izni verilmesini istiyordu. Bölgesel Kürt yönetimi buna karşı çıkıyor ve ABD ile ilişkilerini kullanarak bu girişime engel oluyordu. Bir de 1 Mart tezkeresinin intikamı için Amerikalılar Türkiye’nin yıpranmasını istiyorlardı. Ama bu bağlamda kendileri de yapranıyorlardı. Bununla birlikte, ABD’nin bölgedeki gücü giderek zayıflıyordu. İlişkileri tek seçenek üzerinden yani Kürtler üzerinden götürmek de Amerikan çıkarlarını baltalamaya ve Kürt ağırlığı ABD için yük olmaya başladı. Dolayısıyla denklem bu zorlama ve tazyike dayanamadı.
Geçmişte PKK konusunda Türkiye ABD’ye iltimasta bulunurken şimdi de Barzani Bush’a yalvararak Türkleri bölge dışında tutmasını istiyor. Demek ki denklem ters döndü. Ve bölgesel Kürtlerin Türkiye’ye ve bölgeye yönelik politikaları asla tutarlı değil. İlk başlarda Türkiye’nin bölgeye yönelik operasyonlarının gerekçelerini bertaraf etmek için bölgelerinde PKK unsurlarının bulunmadığını söylüyorlardı. İkinci kademede, yabancı basın onlarla mülâkat yapınca ve mızrak çuvala sığmayınca bu defa PKK unsurlarının kontrollerinin dışındaki bölgede olduğunu söylemeye başladılar. Şimdi de aynısını tekrarlıyorlar. Üçüncü tutarsızlıkları da, PKK ile Türkiye arasında tarafsız olduklarını ilân etmeleriydi. Ama fiiliyatta PKK’dan taraf olmalarıydı. Zira, PKK’nın bölgede cirit atmasına seyirci kalırken Türkiye’nin onları takip için yapacağı operasyonlara seyirci kalmak istemiyorlardı. Halbuki 2003 öncesi bırakın seyirci kalmayı, yer yer Türkiye ile işbirliği içindeydiler.
***
Kürt bölgesi yönetimi uzağı göremedi. Türkiye’nin müdahalesini istemiyorsa ya PKK’nın bölgede barınmasına göz yummayacaktı ya da bunu—iddia ettiği gibi—önleyemiyorsa Türkiye ile işbirliği yapacaktı. Bu durumda, “Türkiye’nin kara harekâtı ve operasyonları bize yönelik” deme zorunda da kalmayacaktı. Zira 23 Şubat 2008 akşamı (Türk saatiyle 21:00) Arabiyya Kanalı’nda yayınlanan bir vtr’nin de temas ettiği gibi Osman Öcalan 7 bin civarında elemanlarının bulunduğunu ve bunlardan 700’ünün hasta vaziyette olduğunu ve çarpışmalara katılamadığını ifade ediyor. Geri kalan 6 bin küsur elemanın 3 bininin Irak’ın kuzeyindeki Kürt bögesinde barındığını ve geri kalan 3 bininin de Türkiye sınırları içinde olduğunu söylüyor.
The Guardian gazetesinin de kendi kaynaklarından elde ettiği bilgi de bunu teyid eder nitelikte: “Yaklaşık 5 bin kişiden oluşan PKK içinde kadınların sayısı da önemli bir kısmı oluşturuyor.” Çok ilginç bir biçimde Kürt asıllı bazı bayanlar İstanbul’da, askerî harekâta son verme çağrısında bulunuyorlar. Ama 6-7 bin müsellah eylemcinin dağlarda ne yaptığını sormuyorlar. Onlar dağlara gezinti için mi çıkmışlar? Evlâtlarını kontrol edecekleri ve onları dizginleyecekleri yerde askerî operasyonun durdurulmasını talep ediyorlar. Elbette silâhlı isyan silâhlı mukabele görür. Bu açıdan bu meselede bakış açısını değiştirmek gerekiyor. Yapılması gereken dahilde silâh kullanmaya son vermek, ikincisi de meşrû talepleri şuubiye ekseni dışında aramak. Elbette bu, devletin hatalarını gözardı etmemizi gerektirmez. Ama hak ararken meşrû çizgiyi muhafaza etmek gerekiyor. Hakkın meşrûiyetini hak arama yöntemi belirler.
***
Kürt bölgesinin yönetiminin son geldiği nokta daha müsbet görünmektedir. Türkiye’ye bir heyet göndermek ve işbirliği imkânlarını araştırmaktan bahsediyorlar. Evet, akıl için yol bir. Taraflar PKK konusunda işbirliği yapmalılar. Ancak buna mukabil bölgesel yönetimin, Türkiye’nin Kürt devleti oluşumunu tanıması eğilimi içine girmesini şart koşması doğru değil. Kendilerinin Bağdat’tan bağımsız olarak muhatap alınmasını istiyorlar. Son konuşmasıyla Leyla Zana da Talabani’den bunu pekiştirmesini istemiştir. Halbuki, PKK’yı cesaretlendiren ve besleyen zemin de budur. Çözüm müşterek devlet çatısı altındadır. Müşterek devletten beklenen adalet ve doğuştan kazanılmış kültürel hakları tanımaktır ve buna mukabil müşterek devletin mensuplarından beklenen sadakattir. Bunu ihlâl eden meselelerde ve gri alanda da insanların üzerine düşen yapıcı ve müsbet harekettir.
25.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|