Bir takım çevreler, kimi zaman da—sözüm ona—ilim adamları, sanki Kur’ân ve İslâm tarihinde uzman imişler gibi, başörtüsü yoktur iddiasında bulunur. Bu, 21. asrın en gülünç olaylarından birisi değil mi?
Gerçek şu ki, “Baş örtülerini, yakalarının üzerine örtsünler… Cilbablarını (baştan ayağa giyilen dış örtüsü)1” âyetini yüz binlerce müfessir (Kur’ân’ı yorumlayan âlim, otorite) böyle anlamış.
İslâm tarihi boyunca, tesettüre, örtünmeye dair bu âyetler başörtüsüyle birlikte anlaşılmış, uygulanmış. Zaten, başörtüsü bir yorum ve içtihad meselesi değil; kelime olarak da iki yerde açıkça geçer.
Türk milleti de Müslüman olduktan sonra, hem Kur’ân’ın bir emri olarak, hem bir ahlâk ve fazîlet örneği olarak, hem bir örf olarak, hem bir güzel gelenek olarak başörtüsü dahil, örtünmüşlerdir.
Tesettür ve başörtüsü sair dinlerde ve kültürlerde de mevcuttur. Bilhassa Yahûdi ve Hıristiyan toplumları, tesettüre önem vermişlerdir. Açık-saçıklık hastalığı, 1850’lerden sonra feminizmin nüksetmesiyle yavaş yavaş Batı toplumlarında yayılmış. 1960’lardan sonra ise, müstehcenlik hayâ perdesini yırtacak bir maraz halini almış. Yoksa, o tarihten önce örtünme, insanlığın temel özelliklerinden idi.
Yapılan çok sayıda ilmî araştırma ve anketlere göre bugün, Türkiye kadınlarının % 64,2’si başını örtüyor. (Tarhan Erdem başkanlığında A ve G Araştırma Şirketi, Mayıs 2003’te Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesinde, 38 il, 128 ilçede başörtüsü konusundaki araştırma sonuçları Milliyet’te yayınlanmıştı.) Yüzde 80’i de örtünme taraftarıdır; herkesin hür bırakılmasını, isteyenin istediği gibi giyinmesini istemektedir.
Buna rağmen, insanların sürüklendiği ikilem dehşet vericidir. Yâni, ya inancı, ya kanunlar; ya okumak, iş, kariyer, ya ibadeti! Bu büyük bir zulüm haksızlık, hattâ insanlık dışı bir muamele değil mi?
Bilhassa 1980 darbesinden sonra katılaştırılarak sürdürülen keyfî, cebrî ve küfrî ve dahi ayıp uygulama milyonlarca insanı mağdur etmiyor mu? Demokrasi ve insanlık bunun neresinde?
İslâm elbette bir kıyafet sistemi, bir giyim ve kuşam tarzı getirmiştir. Bir mü’min, kadın olsun, erkek olsun, İslâmın getirmiş olduğu “tesettür” sistemine fiilen muhalefet etse, tam örtünmese, asla küfre düşmez; günahkâr olur! Örtüye karşı gelmeyenler ve örtünemeyenler de bunun şuûrunda aslında.
Zaten, diğer emir ve nehiylerde de öyle değil mi? Bir mü’min, namaz, oruç, zekât ve benzeri sâir emirleri yapmasa, günahkâr olur, küfre girmez. İnkâr etmek ve karşı gelmek, hattâ iptali için şuûrlu olarak çabalamak ise bu hükümden hariçtir, küfre girer...
Bu şartlar dahilinde istenilen şekilde, renkte, desende elbise giyilebilir. İslâmiyet, tesettürün temel prensiplerini vaz’ eder, şekil ve renge karışmaz. Onu örf, gelenek, coğrâfî bölge, yâni iklim, şart ve imkânlara bırakır. İslâm tarihinden günümüze tesettürde ölçüler şöyle belirginleşmiştir:
* Yüz, eller ve ayak topukları hariç, bütün vücûdu örtmeli.
* Elbise, tenin rengini gösterecek kadar ince olmamalı.
* Erkek elbisesine benzememeli.
* Vücûd hatlarını belli etmemeli.
* Olumsuz bakışları, hatta şiddetli duyguları, cezbedecek, tahrik edecek mahiyette olmamalı.
Burada tekrar edelim: Giyinme, tesettür, örtünme, bir medeniyet, uygarlık ölçüsüdür. Çünkü, insanı hayvanlardan ayıran önemli şeklî farklılıklardan birisi de elbisedir, giyimdir, örtünmedir.
Eğer, müstehcen, açık-saçık giyim medenîlik ve çağdaşlık sayılacaksa, hiç şüphesiz ki, Afrika veya Amazon ormanlarında yaşayan ve sadece haya yerlerini örten yamyamlar, zenciler çok daha çağdaş ve medenîdir!
Şu halde, yüzde 5’in keyfine göre, Kur’ân’ın, Sünnet’in emri çiğnenemez. Örf ve gelenekler ayaklar altına alınamaz! Niye biz dinimizi, inancımızı, örfümüzü ve meşrû geleneklerimizi muhafazada; başkalarının bâtıl din, fikir ve sapık inançlarında gösterdiği sebatı göstermeyelim?
Dipnotlar:
1- Kur’an, Nûr: 31, Ahzab: 59.
04.03.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|