Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdil YILDIRIM

Korkulardan kurtulmak



Korku, insanı ürperten bir kaygı olmasına rağmen, bazen de istenen ve aranan bir duygudur. Yerinde ve yeteri kadar korkuya sahip olan bir insan, kendini daha güvende hisseder. Korku, tedbirin, dikkatin, sorumluluğun vesilesidir. Korkuyu iyi yönetemeyenler, hayatın korunması için verilmiş olan bu duyguyla hayatını zehir edebilirler. Bir ilâcın dozu iyi ayarlanmazsa fayda yerine zarar verdiği gibi, korku ayarını tutturamayanlar da bundan büyük zararlar görebilirler.

Neden ve ne kadar korkmalıyız? Bu soruya doğru cevap vermek, korkuyu iyi yönetmenin en büyük güvencesidir. Korkunun kaynağı, cehalettir. İnsan en çok bilmediklerinden korkar. Zifiri karanlık bir yolda, elinizde hiçbir ışık kaynağı olmadan uzun bir yolculuğa çıktığınızı düşünün. Attığınız her adımda bir uçuruma yuvarlanma, başınızı bir yerlere çarpma veya düşüp kolunuzu, bacağınızı kırma endişesi taşırsınız. Mahiyeti belirsiz, gücünün sınırları bilinmeyen, nerede ve ne zaman geleceği belli olmayan musibetler, insan ruhundaki korku duyusunu hep canlı tutar. Bu duygu, evham endişe ile tahrik edildikçe, paranoya halini alır ve hayatı bir azaba çevirir. Öyle insanlar, arkalarında duydukları ayak sesini kendilerini kovalayan eli silâhlı bir katil zanneder ve durmadan kaçarlar. Halbu ki, durup da “Bu sesler nedir?” diye geriye doğru bakacak olsalar, peşlerinde korkacak birşey olmadığını göreceklerdir.

Herkes kendi ruhunu şöyle bir yoklasa, her köşesinde bir korkunun çöreklendiğini görecektir. Bazı insanlar kalp krizi geçirmekten korkarlar, bazıları kansere yakalanmaktan. Kimisi yolda yürürken kendisine bir aracın çarpmasından endişe eder, kimisi başına göktaşı düşmesinden korkar. Ormanda yürürken bir yırtıcı hayvanın saldırısına uğramaktan korkanlar olduğu gibi, bir fare veya kurbağadan korkanlar da vardır. Kimi de sineğin ısırmasından korkar, ejderhanın ağzına doğru koşar.

Bir araç içinde yolculuk yaparken, aracın durumuna ve sürücünün ehliyetine göre korku veya güven duygusu taşırız. Araç ne kadar sağlam, sürücüsü ne kadar tecrübeli ve maharetli ise, yolculuğumuz o kadar huzur ve güven içinde geçer. Kaptanı olmayan, rotası belirsiz, pusulası bozuk bir tekneye binmek zorunda kalsak, korku içinde titreyerek yolculuk yaparız. Hayatımız da, dünya denilen gemi ile yapılan bir yolculuktur. Gemimizin sağlamlığından ve başıboş olmadığından ne kadar emin olursak, yolculuğumuz da o kadar huzur içinde devam edecektir.

Bu kadar büyük bir geminin, bu kadar büyük bir denizde bu kadar hızla hareket etmesini tesadüfe bağlar, gemimizin kaptansız, denizimizin sahipsiz olduğunu kabul edersek, her saniye korku içinde titremek zorunda kalırız. Gök gürlese yüreğimiz ağzımıza gelir, ufak bir deprem olsa hemen dehşete kapılırız. Uzayda bir gezegen dünyamıza yaklaşsa, “Acaba bize çarpar mı?” diye endişe ederiz. Halbuki, kürelerin de, zerrelerin de Cenâb-ı Hak’kın emri ve iradesi ile hareket ettiğini, O izin vermedikten sonra depremlerin, yıldırımların, tufanların ve en dehşetli dalgaların kılımıza bile zarar veremeyeceğini bilsek, bütün bu olayları hayret ve hayranlık içinde seyreder, en ufak bir korku ve endişeye mahal olmadığını anlarız.

Korku, insanî bir duygudur. İnsan elbette bazı şeylerden korkar. Ama nelerden ve ne kadar korkulması gerektiğini bilmek gerekir. Bir insanın korkusuzluğunu ispatlamak için hayatını tehlikeye atması da, doğru bir davranış değildir. Buna cesaret değil, cehalet denir. Cahil insan neden ve ne derece korkması gerektiğini tayin edemez. İnsan nefsinin şerrinden, şeytanın şerrinden, günahların şerrinden ve diğer şerlilerin şerrinden korkar da Rahman ve Rahim olan Allah’a sığınırsa, her türlü korkudan emin olur.

Bediüzzaman Hazretleri’nin şu tesbit ve tavsiyesini, korku konusunda kılavuz edinirsek, yersiz korkulardan kurtuluruz: “Her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, îmândır, ubûdiyettir. Her seyyiat gibi cebânetin (korkaklığın) dahi menbaı, dalâlettir. Evet, tam münevverü’l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz.”

11.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (16.02.2008) - Ördek Ali ve başörtüsü

  (08.02.2008) - Müthiş bir derdime, müşfik bir ilâç

  (27.01.2008) - Görenedir görene

  (19.01.2008) - Uzağı görüp de tuzağı göremeyenler

  (12.01.2008) - Yılbaşından yılbaşına

  (02.01.2008) - Yeni yıl bizden ne bekler?

  (29.12.2007) - Size de çıkabilir

  (26.12.2007) - Sayın Fazıl Say, gel bu işten cay

  (25.12.2007) - Sıra büyük kurbanları kesmeye geldi

  (20.12.2007) - Bayramlar mutluluğun resmidir

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri