Tarih boyunca krallık, padişahlık, teokrasi, faşizm, sosyalizm, meşrûtiyet, cumhuriyet, demokrasi gibi çeşitli ideolojik rejimler, siyasî yönetim biçimleri ortaya çıkmış. Meşrûtiyet, bir hükümdarın başkanlığı altında, millet meclisi ile idâre şeklidir. Meşrûtiyet, cumhuriyet, demokrasinin kavramlarının; mânâsız isim ve resim olmamak şartıyla aynı mahiyette olduğu söylenebilir.
Hürriyetin rüyalarına girdiğini söyleyen Bediüzzaman Said Nursî, II. Meşrûtiyet’in ilânının üçüncü günü (28 Temmuz 1908’de) İstanbul, bir hafta sonra da Selânik’te irticâlen “hürriyetin özellikleri, güzellikleri” üzerine kitleleri heyecanlandırıp dalgalandıran konuşmalar yapar. Birçok mütedeyyin ve ulemanın, “Hakimiyet Allah’ındır!” diye dine aykırı bulduğu meşrûtiyeti, o, “milletin hakimiyeti”1 diyerek tebcil eder. Âlim-i Mutlak Allah’tır, ama, insanlara da âlim diyoruz. Demek, hakim de diyebiliriz. Zira, hakimiyet de izafî, cüz’î, âlimiyet de.
Meşrûtiyet konusunda başka medeniyetçileri taklit etmez; dindarlar gibi şeriata aykırı bulup da tekellüflü te’villere girmez.2 Hürriyetin imanın özelliği olduğunu, şer’i delillerle ortaya koyar:
Şeriat; adâlet, eşitlik ve hürriyeti bütün levazımatıyla (gerekleriyle, unsurlarıyla) içine aldığından, meşrûtiyet şer’idir.3 “İşlerde onlarla istişâre et”4 ve “Onların aralarındaki işleri istişâre iledir”5 âyetlerinin tecellîsi; meşrû yönetimin nuranî timsali, “Hepiniz çobansınız, idâreniz altındakilerden mes’ûlsünüz” hadisini esas alır.6 Gerçek meşrutiyet, dört mezhepten çıkar.7
Mezhepler, tek tip, tek kalıp, tek düşünceyi değil, çok sesliliği, farklı yaklaşımları gerektirir. Ki, ibadet, hatta, itikatta bile farklı yaklaşımlar var. Bilindiği gibi, amel/ibadet ve muamelatta, sosyal münasebetlerde (Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî gibi) dört; itikatta ise, (Eş’ari, Matüridi) gibi mezheplerin bulunması bunun en bariz delillerindendir.
Bediüzzaman meşrûtiyeti, günümüz ifadesiyle demokrasiyi boş bir mefhum ve lâfızdan ibaret saymaz; içini doldurarak unsurlarını sıralar: O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir (ilim, bilgidir), lisânı muhabbettir, aklı kânundur, şahıs değildir.8 Ağası hak, akıl, marifet (bilgi, ilim), kanun (hukuk), kamuoyu” olan meşrûtiyet; sıdk (doğruluk, dürüstlük) muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine devam eder.9
“Meşrûtiyette (1908’lerde) hürriyet, lâfızdan ibaretti”10 diyerek meydana gelen her halin11 ondan değil; bâzı bürokratların henüz hazmetmemesinden kaynaklanır. Demokrasilerde meydana gelen menfilikler, istibdatlar, onun mânâ, rûh ve özünden çıkmıyor. Belki istibdat devrinin tortularıdır veya bir kısım şahısların, taassup ve kinlerini demokrasi adı altında göstermeleridir.
Hürriyetin özelliklerini, meşrûtiyetin güzelliklerini anlatıp halkı aydınlatmak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yaptığı seyahatte Bediüzzaman’a şöyle bir soru yöneltirler: “Sen meşrûtiyeti, büyütüyorsun. Demokrasilerde, seçim var, millete ‘ne istiyorsun’ diye soruluyor, o da cevap veriyordu. Hepsi bu kadar! Bu kadar övüp büyütmenin, ilâveler takmanın gereği ne?”
Her ne öğrendimse, üstâdımız olan meşrûtiyetten öğrendim,12 Dünyevî saadetimiz de meşrûtiyettedir.13 Ne kadar iyilik var, meşrûtiyetin ziyâsındandır; ne kadar fenalık var, ya eski istibdâdın zulmetinden, yahut meşrûtiyet nâmıyla yeni bir istibdâdın zulmündendir. Meşrûtiyet hükümete düştüğü vakit, fikir hürriyetini her vecihle uyandırır. Her nevide, her tâifede onun san'atına âit bir nev'î meşrûtiyeti tevlid eder (doğurur). Hattâ ulemâda (ilim adamları), medâriste (üniversitede), talebede bir nev'î meşrûtiyeti intâc eder. Evet, her tâifeye ona mahsus bir meşrûtiyet, bir teceddüt (yenilik, yenilenme) ilhâm olunuyor.14
Meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvâmın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvâk (şevk) ve hissiyât-ı âliyeyi (yüksek duyguyu) uyandırır; uyku bes, siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. İslâmiyetin bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır. Size müjde. Bizim devleti ömr-ü ebedîye mazhar eder. Milletin bekasıyla ibka edecek; siz daha me’yus olmayınız.15
İlerleme, terakki, keşif ve icat; fikir, akıl, vicdân, istidat, kabiliyetlerin serbest bırakıldığı nisbettedir. İstibdatın baskısı ve korkusu altında kalan zihinler, hayırlı çalışmalarda bulunamayacakları gibi, düşünmeye ve araştırmaya da fırsat bulamazlar. Çünkü, zihinler istibdat ağlarıyla örülmüştür... Bugün, ilmi ve teknolojik gelişme, zenginlik demokratik ülkelerdedir. İstibdatın hakim olduğu ülkeler ise geri kalmıştır.
Dipnotlar: 1- Hutbe-i Şâmiye, s. 83.; 2- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 22.; 3- Age., s. 84.; 4- Kur’ân, Al-i İmrân, 159.; 5- Age., Şûrâ, 38.; 6- Münâzarât, s. 23.; 7- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 25.; 8- Münâzarât, s. 23.; 9- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 30.; 10- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 20.; 11- Münâzarât, s. 22.; 12- Münâzarât, s. 16.; 13- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 21.; 14- Münâzârât, s. 39.; 15- Münâzarât, s. 23.
10.03.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|