Bir kitap nasıl okutulur?
Siz çok sevdiğiniz, beğenerek okuduğunuz bir kitabı başkalarına hiç okuttunuz mu?
O kitabı nasıl okutursunuz?
Üzerine kişinin ismini yazarak mı?
Güzel bir paket yapıp postalayarak mı?
Elinizle takdim edip hatta kendiniz yüksek sesle okuyarak mı?
Okumasını istediğiniz kişi eğer sizin ders hocanızsa ne yaparsınız?
Ben sizi bilmem. Siz hangi yolu seçerseniz seçin. Ama beğendiğiniz ve severek okuduğunuz bir kitabı başkalarına okutmayı deneyin.
Üniversitede öğrencilik yıllarımızdı...
Ülkenin fırtınalı yılları...
Fırtına var diye evimize gidip pencereleri kapatıp oturamazdık ya. Mesele bu fırtınadan faydalanmaksa.
Yel değirmenleri yapabilir miyiz?
Rüzgâr enerjisi elde edebilir miyiz?
Bir gün aynı fakültede okuyan arkadaşlarla istişare ettik. Değişik bölümlerdendik. Fakültede bazı hocalarımızın isimlerini tespit ettik. Onları tek tek ziyaret edecektik. Ziyaret ekiplerini oluşturduk. Ekip sözcülerini belirledik. Randevular aldık. Ziyaretlere elimiz boş gidemezdik ya. Hocalarımıza uygun kitaplar seçip güzelce paketler yaptık.
Plânladığımız ziyaretleri yapmaya başladık. Randevuya sadık kalmak gerekirdi. Ne bir dakika önce, ne bir dakika sonra. Her şey plânladığımız gibi yürümeye başladı.
Bu ziyaretler bize yıllarca önce Isparta’dan yürüyerek Konya’ya giden nur ağabeyi hatırlattı. Gerçi biz onun gibi merdane yapamamıştık. Ama o İhlâs Risâlesi’ni Kur’ân müfessiri Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’ye okutmuştu. Bazı ağabeylerden şöyle dinlemiştim: Bediüzzaman hayatta iken bir nur talebesi İhlâs Risâlesi’ni Mehmet Vehbi Efendi’ye okutmak ister. O günkü zor şartları göze alarak Isparta’dan yola çıkar. Yürüye yürüye Konya’ya ulaşır. Mehmet Vehbi’yi ilk defa görecektir. Onu bulmak için önce Halıcı Sabri’ye gider. Halıcı Sabri’nin yanında Mehmet Vehbi Efendi bulunmaktadır. Vehbi Efendi’yi aradığını söyler. Halıcı Sabri “Mehmet Vehbi Efendi’yi ne yapacaksın?” diye sorar. O da “Duydum ki, Bediüzzaman Said Nursî adında bir âlim çıkmış. İhlâs Risâlesi adını verdiği bu kitabı yazmış. Biz cahil adamız. Mehmet Vehbi Efendi’ye soracağım ki, acaba doğru mu yazmış, yanlış mı?” Halıcı Sabri yanındaki zatın aradığı kişi olduğunu söyler. Ağabey elindeki kitabı hoca efendiye takdim eder. Vehbi Efendi İhlâs Risâlesini alır. Bir süre sonra kitabı okuduğunu ve imanını o kitabın kurtardığını söyler. Risâle-i Nur’da bu konu kısaca hatırlatılmakta ve “Tefsir sahibi Hoca Vehbi’nin (r.h.) Risâle-i İhlâs karşısında mağlubiyetle beraber, Risâle-i Nur’a karşı hayran ve takdirkâr” olduğu belirtilmektedir. Risâlelerde Mehmet Vehbi Efendi “Arslan Hoca” olarak zikredilmektedir.1
Tiyatro bölümünden bir hocamızı ziyaret ettik. Güzel bir karşılama ve tanışma. Sonra o günlerde yeni çıkan “Anarşi, Sebep ve Çareleri” adlı kitabı takdim ettik. Maksadımızı anlatmaya çalıştık: “Biz bu kitaptan bir senaryo yazmak istiyoruz. Sizin fikrinizi ve görüşlerinizi almak istiyoruz. Acaba bu kitaptan bir senaryo çıkar mı?”
Hocamız kitaba şöyle bir baktı. “Ben kitabı önce bir inceleyeyim. Size görüşümü sonra söylerim” dedi. Teşekkür ederek ayrıldık.
Bir süre sonra bizi çağırdı. Kitabı incelediğini ve güzel bir kitap olduğunu söyledi. Ancak bir senaryo yazmanın da zor olduğunu belirtti. İlgilerinden dolayı teşekkür ettik.
Bir başka ziyaretimiz İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden bir öğretim üyesiydi. Onu ziyarete giderken İngilizce’ye tercüme edilen “Nature: Cause or Effect?” (Tabiat Risâlesi)ni götürdük. Kısa bir tanışmadan sonra kitabı gösterdik. Biz bu kitabı Türkçe’ye tercüme etmek istiyoruz, dedik. Hocamız öğrencilerinin böyle bir çalışmaya girmelerinden sevinç duyacağını belirtti.
“Acaba bilgimiz ne seviyede? Yardımcı olur musunuz?” dedik.
“Pek tabii ki, yardımcı olmak isterim” dedi.
“Meselâ, bir iki sayfayı sizin yanınızda tercüme edebilir miyiz?” dedik.
“Biriniz kitapla birlikte yanıma otursun” dedi.
Bir arkadaşımız kitabı alıp hocanın yanına oturdu. Kitabı açtı, okumaya başladı. Hocamız okunan yerleri dikkatle takip etmeye başladı. Sonunda “Sizin İngilizce’niz çok güzel. İyi beceriyorsunuz. Tebrik ederim” dedi. Hocamız kitabın İngilizce’sini okuyordu. Ama arkadaşımız o kısmı Türkçe’sinden yani ezberden söylüyordu.
O günkü nur dersimize hocamızı da katmış olduk.
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, s. 198
|