Ankara son dönemde bir dizi oynuna teşne hale getiriliyor. Türkiye göz göre göre başkalarının çıkar savaşının içine sürükleniyor.
Amerikalı generallerin “Türkiye’nin terör örgütü ile diyalog kurması”nı önermeleri, tesâdüf değil. İşgalin başından beri beş yıl Kuzey Irak’taki Amerikan birliklerinin komutanı olan ve Süleymaniye’de Türk özel kuvvetlerine baskın yapılıp başlarına çuval geçirilmesinin birinci derecede sorumlu olan Korgeneral Raymond Odiermo’un, “Türkiye PKK işbirliği” önerisi, dil sürçmesiyle ortaya çıkmış fevrî bir şey olamaz.
Pentagon’da önemli görevlerde bulunan ve Irak’taki işgal başarısından dolayı Amerikan Kara Kuvvetleri Komutan yardımcılığı göreviyle ödüllendirecek olan üst düzey bir generalin Pentagon ve Amerikan yönetiminden habersiz konuşmaz.
Bu durum, ABD’nin sınırötesi kara harekâtına verilen iznin arkasındaki “büyük tezgâh”ın bir defa daha doğruluyor. Sözkonusu “askerî harekât”ın ABD’nin Türkiye ve bölge üzerindeki senayoya âlet edildiği iddiasına kuvvet veriyor.
Amerikan genel siyaset konseptinin bölgeye yönelik ana stratejisi, Türkiye’nin 40 bin insanın katline sebebiyet veren cani terör örgütüyle masaya oturmasıyla kalmıyor ve Kuzey Irak’ta kukla bir devletle de kalmıyor. Türkiye’nin Güneydoğu’sunu binbir desîse ve fitne ile koparma oyunu da oynanıyor.
* * *
“Kürt sorunu”na “siyasî çözüm” bahanesiyle “özerklik”le başlayan ve “ferderatif sistem”e vardırılan Anadolu’nun Güneydoğusunu koparma oyunu, sinsî taktiklerle sürdürülüyor. Talabani’nin Ankara ziyaretinin de, sözkonusu “büyük tezgâh”ı Türkiye’ye kabul ettirme amacını taşıdığı anlaşılıyor. Çankaya’da Gül’ün yanında söylediklerinin satır aralarında, Türkiye’ye bu “büyük tezgâh”a teşne etme taktiği açıkça sırıtıyor.
“Türkiye’ye bir Kürt kedisi vermem’ demedim, ‘bir Irak kedisi vermem’ dedim; buna Irak anayasası müsaade etmez” tashihi, gizlenen “büyük tezgâh”ı ele veriyor. Çeyrek asırdır Türkiye’ye yönelik maddî ve mânevî tahribatta bulunan terör örgütü elebaşlarını “Irak anayasası”na göre teslim etmeyen Talabani, tıpkı ağababası Bush gibi konuşuyor. Sıkıştığında, hukuka, insan haklarına ve hürriyetlerine saygısı varmış gibi, istediği zaman rahatlıkla çiğneyip altüst ettiği yasaları öne sürüyor…
Irak anayasası, okyanuslar ötesinden gelenlerin yüzbinlerce askerle Irak’taki hükûmeti devirip ilk hafta içinde sekiz bin Iraklının katledilmesine müsaade ediyor mu? Irak halkının malı olan devletin elindeki petrol tesislerini ve rezervlerini 30 yıllık uyduruk anlaşmalarla Bush’un yardımcısı Cheney ve Dışişleri Bakanı Rice’in ortak olduğu uluslararası petrol şirketlerine peşkeş çekilmesi, Irak anayasasının hangi maddesine göredir?
Irak anayasası, hergün onlarca, yüzlerce Iraklının öldürülmesine müsaade ediyor mu? Savaş uçaklarının kentleri, köyleri, mahalleleri, pazarları bombalaması, şımarık conilerin küstahça gün ortasında, sahur ve iftar vakitlerinde evlere baskın yapılıp binlerce, onbinlerce Iraklının tutuklanıp cezaevlerine gönderilmesi, işkence edilip kurşuna dizilmesi, Irak anayasasına göre mi?
* * *
Türkiye’nin bir demokrasi sorunu olduğu ortada. Demokratikleşmede, insan hak ve hürriyetlerinde bir yığın eksiği var. Şüphesiz yalnız bir bölge için değil, bütün vatandaşlar için, inanç hürriyetinden ifâde hürriyetine kadar demokratik değerleri hayata geçirmesi, özgürlükleri geliştirmesi gerekiyor…
Ancak tıpkı Bediüzzaman’ın Osmanlının son yıllarında yine “muhtariyet” ve “adem-i merkeziyet” talebiyle “meyl-i iftirakı (ayrılık hissini) tahrikle Fransa’da akdettikleri bir “mukavele”yle Kürtleri Ermenilerin yanına çekip Osmanlı’dan ayırmaya çalışan Ermeni Bogos Nubar Paşa ile Şerif Paşa’ya verdiği cevapta olduğu gibi…
“Kürdlük dâvâsı pek mânâsız bir iddiadır. Çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar” diyen Bediüzzaman, İslâmiyetin herhangi bir ırkın diğer bir Müslüman halk aleyhine menfî bir surette kullanılmasını kabul etmediğini belirtir. Hakikî Kürtlerin kimseyi kendilerine “vekil-i müdafi’ (savunma avukatı)” kabul etmediklerini bildirir.
Sözde “Kürtlerin hakkı”nı savunan bir iki dernekle beş on kişinin, “büyük bir tezgâh”ın âleti olduklarını haber verir.
“Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor. Kürtler ecnebî himâyesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar. Eğer Kürdlerin serbest-i inkişâfını (demokratik ve hürriyetlerin geliştirilmesini) düşünmek lâzım gelirse; bunu Bogos Nubar Paşa ile Şerif Paşa değil, devlet-i âliye (Osmanlı devleti) düşünür” diye plânlarını deşifre eder. (Asâr-ı Bediiye, 520-521)
“Güneydoğu meselesi”ni Türkiye’nin Meclisi düşünsün; “büyük tezgâh”ı tezgâhlayan Amerikan Kongresi ya da Bush ile bölgedeki işbirlikçi avaneleri değil…
10.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|