İnsanı hayat imtihanının daha ilk adımında şevk bineğinden düşürüp atalet zindanına düşüren en tehlikeli düşman yeisi mağlûp etmenin en tesirli çaresi, Allah’ın rahmetine iman ve güvenden kaynaklanan sonsuz bir ümit.
“Neden ümit?” sualinin en güzel ve ferahlatıcı cevabı ise Hutbe-i Şamiye’deki izahlarda.
Bu izahlardan kısa bir hulâsa çıkarırsak:
Sonsuz rahmet sahibi Yaratıcının âlemlere rahmet olarak gönderdiği son elçiyle insanlığa iletilen İslâm, baştan sona bir rahmet mesajı.
Onun için istikbal yalnız ve yalnız İslâmın ve hakim, Kur’ân ve iman hakikatleri olacak. Zira bütün manevî ve maddî gelişmelerin anahtarı, varoluşun gerçekleriyle örtüşen o hakikatlerde.
Kur’ân’ın 14 asırdır muhataplarına “Aklınızı kullanın, kâinat kitabını ve hadiseleri Kur’ân âyetlerinin rehberliğinde okuyun” diye seslenmesinin hikmeti de bu örtüşmeyi vurgulamak.
Akıl, ilim ve fennin hükmettiği bir çağda, bütün hükümlerini akla tasdik ve tesbit ettiren bir kitabın inananları niye ümit dolu olmasınlar?
Bu çağın söz konusu özellikleri, geçmişte İslâmın bütün dünyayı manen fethetmesini engellemiş olan sebepleri de birer birer kaldırıyor.
Ecnebilerin cehaletleri, vahşetleri ve muharref olan dinlerine taassubu bilginin yaygınlaşması ve medenîleşme süreciyle birlikte kırılıyor.
Papazların ve ruhanî reislerin istibdat ve tahakkümü ile ecnebilerin körü körüne onları taklit etmeleri, insanlık âleminde hürriyet fikrinin ve gerçeği arama eğiliminin güçlenmesiyle ortadan kalkıyor.
Müslümanların belini büken istibdat sistemleri parçalanıyor; şeriata muhalefetten gelen kötü ahlâkın, dışarıdan bakanları İslâmdan soğutması da, yine aynı gelişmelerin neticesi olarak hızla izale oluyor. Bazı Müslümanların hatalarından İslâmı suçlayıp sorumlu tutma yanlışı terk edilme yolunda.
Ve fenler geliştikçe, İslâmın hakikatlerinin bilimsel gerçeklerle çelişmek şöyle dursun, tam tersine örtüştüğü giderek daha iyi anlaşılıyor.
Ayrıca, hakikî bir medeniyet ve doğru fenlerle donanmış İslâm, bir buçuk milyar Müslümanı yekvücut hale getirecek potansiyele sahip.
Bütün bunlar gelip şu noktaya dayanıyor:
Kâinatı sonsuz hikmetlerle vücuda getiren Kudret ve Rahmet Sahibinin hakikî maksatları hayır, güzellik ve mükemmellik. Onun için varlık âlemini en mükemmel şekilde yaratmış.
Bu âlemin halifesi olma istidadına sahip kılınan insanın da, kâinat nizamındaki maksatlarla uyumlu bir çizgiye gelmesi, fıtratın gereği.
Ve madem ki kâinatın bütünündeki tekâmül meyli insanın fıtratına da konulmuş; eğer beşerin zulüm ve hatalarıyla çabuk bir kıyamet kopmazsa, İslâmın kâinatla bütünleşmiş hakikatlerinde ifadesini bulan bu tekâmülün zirve noktası, insanlığa dünyada da saadeti tattıracak.
Zamanın düz, lineer bir çizgide değil, daire şeklinde seyrettiği gerçeğinin neticesi olarak ise, nasıl her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı varsa, insanlığın da bir sabahı ve baharı olacak.
Faraza, bu dünyada olmazsa âhiretteki ebedî sonsuz Cennet ikliminde o saadet yaşanacak.
“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” âyetindeki sonsuz müjdeyi hissedip yeisin tahribatına set çekmemiz, ancak bir kısmını özetleyebildiğimiz bu mânâları özümsememize bağlı...
09.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|