Sevme duygusu insanı insan eden en önemli duygulardandır. Kâinatın Yaratıcısı olan Rabbimiz varlıkları adeta sevgi hamuruyla yoğurmuştur. Varlıklar arasındaki yardımlaşma, uyumluluk ve uygunluk sevginin ürünü olmalıdır. Bu sebepledir ki şer güçler hayattaki gidişâta müdahele etmediği müddetçe nizam ve intizam en güzel bir şekilde hayatiyetini devam ettirmektedir. Şüphesiz varlıklar arasındaki insicamı bozan kötü duyguların başında sevgisizlik gelmektedir.
Varlıkların en güzeli ve mükemmeli olarak yaratılan insan, muhabbet denilen sevgi bakımından da Rabb-i Rahîm tarafından imtiyazlı yaratılmıştır. Hâlık-ı Rahîm en güçlü muhabbet duygularını insanlara vermiş ve insanlardan bu güzel duygunun lâyık olana ve olanlara verilmesini istemiştir. Bu emir yerine getirildiği takdirde insanlar “eşref-i mahlûkat” denilen mertebeyi hak edebilmekte ve varlıklar arasındaki muhabbetin güçlü bir şekilde devam etmesine katkıda bulunmaktadırlar.
İnsanlardan istenen, sevgiyi gerçek sahibi olan her şeyin yaratıcısı olan Allah’a vermek ve onun rızası dairesinde mahlûkata sevgi göstermektir. Bu yapılmadığı takdirde varlık âlemine en büyük zarar verilmekte, nizam ve intizamın bozguncusu olan sevgisizliğin biraz daha yayılmasına sebep olunmaktadır.
Kâinatın Rabbi tarafından biz insanlara verilen her nimeti Onun izni dairesinde kullanmak zorundayız. İnsanlığın en büyük görevi, kendisine Yaratıcısı tarafından yüklenilen mükellefiyetleri yerine getirmektir. İnsan görevini hakkıyla yapmadığı zaman gerçek insanlıktan uzaklaşmakta, varlıkların en şereflisi iken, varlıkların en değersizi haline gelmektedir. Bu şekilde değer kaybeden insanlardan artık sevgiyi yerli yerinde kullanmasını bekleme imkânı kalmamaktadır.
İmansız bir sinede bulunan sevgi tohumları yeşermemekte, burada sevgi tohumları gittikçe çürümeye başlamaktadır. İmansızlıkla sevginin bir arada bulunması mümkün olmadığı gibi, iman ile sevgisizlik de bir sinede uzun süre barınamaz. Rabbini tanıdığını ve ona itaat ettiğini söyleyen bir insandan sevgisizliğin sadır olması muhal olur.
Bütün hareket ve davranışımızla Rabbimizi memnun etmek istiyorsak önce muhabbetten başlamamız gerekir. Rabbimize olan muhabbetimizi, Onun sevdiği insanları sevmekle, Onun yarattığı mahlûkata karşı şefkatli olmakla göstereceğiz. Zira O, Habibine (asm) şöyle seslenmektedir: “Habibim insanlara de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, Onun sevdiği Zâta tabi olmalısınız.” Çünkü insan sevdiğine tabi olmak ve ona benzemek ister.
Eğer bir insan Kâinatın Yüce Hâlıkını seviyorsa herkesten önce Onun “Habibim” dediği Hz. Muhammed’i (asm) sevmesi gerekir. O yüce Resulü sevmenin göstergesi de onun gibi yaşamak, mahlûkata onun gibi sevgiyle yaklaşmak ve onun aydınlık yolundan gitmektir. Aksi takdirde sevme iddiaları inandırıcı olmayacaktır.
Hâsılı, Rabbimizi sevmeli, O'nun sevdiklerini sevmeli, O'nu sevenlere arkadaş olunmalıdır. Allah’ın bize kardeş kıldığı mü’min kardeşlerimizi de sevmeli, nefsimizin kardeşlerimizi bizlerden soğutan oyunlarına da gelmemeliyiz. Şeytanın en büyük fitnelerinden biri ve belki en önemlisi, sevgisizliği, sevgi pınarından su içmeleri gerekenlerin arasında yaymaktır.
“Madem imanı var o cihetle kardeşimizdir” düsturunu önemseyip iman ve Kur’ân hakikatlerini bilfiil hayatına geçirmeyi hayatının en önemli hedefi haline getirenler, aynı sevgi pınarından su içen kardeşlerinden nefret edemez. Eğer nefret ederse ve nefsinin kendisine bu yönde verdiği şeytanî fetvayı kale alırsa, şüphesiz içinde olduğu muhabbet mesleğine aykırı hareket etmiş olacaktır.
Zaman muhabbet fedaisi olma zamanıdır. Husûmetin karanlıklarında kendimizi heder etme hakkımız bulunmamaktadır. Kimsenin, muhabbet atmosferinde zulmet bulutlarından medet bekleme hakkı olmamalıdır. Nefsinden fetvayı alarak kardeşlerine karşı cephe alanlar, elbette imandan kaynaklanan bir muhabbeti kendilerine meslek haline getiren bütün hakikî insanların hukukuna tecavüz etmiş olacaklardır. Sevgisizliği yaymakla kendilerini kurtaracağını sananlar varsa yanılmaktadırlar. Rabbim bizleri muhabbet iklimi içinde yaşayanlardan etsin...
10.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|