Muhafazakâr diye bildiğimiz siyasilerin, tarihe mal olmuş makbul ve mübarek şahsiyetlerin heykelini dikme yönündeki arzu ve iştiyakını oldum olası anlayabilmiş değilim.
Üstelik, onların bu heykelcilik merakı, ne onlara, ne de bağlı oldukları siyasî partiye bir faydası var. Hatta, zarar üstüne zarar verdiğini söyleyebiliriz.
Bakınız, Fatih ilçesinin ANAP'lı ilk belediye başkanı (1984), rekor seviyedeki bir oy oranıyla (% 53.53) seçimi kazandığı halde, bir sonraki seçimde partisi tarafından aday bile gösterilmediği gibi, daha sonraki yıllarda hangi partinin adayı olduysa, kendisiyle birlikte o partinin oylarını da dibe vurdurmuştur.
Bu siyasî iflâsın başka sebepleri de olmakla birlikte, en büyük sebebinin İtfaiye Parkına başkanlığı zamanında diktirmiş olduğu "Sultan Fatih Heykeli" olduğuna inanıyoruz.
Son belediye seçimlerinde yine bir partinin başkan adayı idi. Propaganda çalışması günlerinde, sanki bir üstün meziyetmiş gibi Fatihli seçmenlere bu heykel mârifetini övünerek anlattığına şahit olunca, onun siyasî ikbâlini kendi eliyle karattığına kanaat getirdik.
* * *
Gariptir ki, bu heykelcilik merakı ANAP'lılardan sonra AKP'lilere bulaştığına şahit oluyoruz.
Birkaç sene evvel, Ankara Belediye Başkanının 50 metrelik Mevlânâ/semâzen heykelini yaptırma niyet ve arzusu gündeme gelmişti. "Böyle sanatın içine tükürürüm" sözüyle de meşhûr olan sayın Başkan'a hiç gecikmeden biz de fikrimizi, tepkimizi ifade ettik. Neyse ki, bundan vazgeçildi.
Ne var ki, aynı durum, üstelik çok ileri boyutta olmak üzere İstanbul Belediyesini meşgul etmeye başladı.
Bir ara, Sivriada'da (Hayırsızada) bir 110 metrelik büyük bir semâzen heykelinin yapılması düşünüldü.
Bununla ilgili tartışmalar henüz bitmeden, bu kez Boğaz'ın girişine Kadıköy mendireğine yakın bir noktada yine on metrelerce yükseklikte bir Sultan Fatih heykelinin proje çalışması gündeme damgasını vurdu.
O günlerde de fikrimizi söyledik ve sonradan bunlardan hiçbirinin tahakkuk etmediğini sevinerek gördük.
* * *
İstanbul'da devâsâ heykellerin yapılmadığına sevinirken, bir de baktık ki Ankara'da Taceddin Dergâhı önünde kocaman bir Mehmed Âkif heykelini dikivermişler.
Bu garabetin farkına, 12 Mart'ta İstiklâl Marşının yıldönümü vesilesiyle orada yapılan bir resmî tören vesilesiyle vardık.
Devlet ve hükümet büyüklerinin resimlerini, heykel resmiyle aynı kare içinde görünce, içimiz bir tuhaf oldu. Üzülmedik desek, yalan olur.
Zira, düşünce ve kanaatimiz şudur ki: Fatih gibi, Âkif gibi mânevî cephesi kuvvetli tarihî şahsiyetler, heykellerinin yapılmasına asla taraftar değiller. Rızaları yoktur ve olması da imkânsız.
Dolayısıyla, heykellerini dikmekle, hem onların kemiklerini sızlatıyor, hem de sevenlerini üzmüş oluyoruz.
Esasen, onların heykelini yaparak, onları mânen yaşatmıyor, belki bu yönleriyle öldürmeye çalışıyoruz.
Buna ise, hiç kimsenin hakkı yoktur.
Evet, bir kez daha soruyoruz: Kim ne hakla, üstelik onların arzularının hilâfına, dahası itikadların aykırı bir tarzda giderek oraya buraya heykellerini dikiyor?
Birileri çıkıp bu suâlin cevabını vermeli. Aksi halde, bu ve benzeri sorular onların peşini bırakmayacak, her vesileyle karşılarına çıkmaya devam edecek.
Âkif'in heykeli önünde
Devlet ve hükümet erkânı, İstiklâl Marşının kabul gününde (12 Mart) M. Akif'in heykeli önüne giderek saygı duruşunda bulundu.
Onların merhûm Âkif'e sevgi ve saygu duyduklarından zerrece bir şüphemiz yok. Ama, o mübarek zât için heykel yapılmasının da, Âkif'in "iman dolu göğsündeki serhaddine" aynı derecede bir saygısızlık olduğuna inanıyoruz.
Evet, farklı dünyanın insanları için aynı şeyler söylenmez belki; ama, Fatihlerin, Âkiflerin heykelini dikmek, bize göre onları mânen öldürmeye çalışmak anlamına geliyor.
15.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|