Türkiyemizin siyasî ve tarihî hadiselere klâsik, dar ve resmî kalıplar arasından bakma lüksü kalmadığını söyleyenlerin ilki elbette değiliz. Dünyanın haberleşme ve ulaşım teknolojisiyle bu kadar küçüldüğü, bilgi merkezlerine kolay usûllerle yığılan rakam, tarih ve durumlara bir parmakla ulaşıldığı şu zamanımızda, Türkiye’nin aktüel ve tarihî problemlerine gelenekçi biçimlerle yaklaşması, ülkemizi dışarda ve içerde fevkalâde sıkıntılara sokar.
Türkiye’nin bir Kürt meselesi olmadığını milletçe yıllardır söylememize rağmen, üç çeyrek asra yakındır, bu millete düşman iç ve dış ortak cereyanlar mütemadiyen ülkemizin bir Kürt meselesi olduğunu iddiâ edip duruyorlar.
Bilhassa Demokratların muvaffak oldukları Bağdat Paktı’ndan bu yana, hariçte devamlı bir şekilde Irak ve Türkiye coğrafyalarında, milletlerarası din ve barış düşmanı komitelerce bir yığınak yapılarak geliniyor. Bağdat Paktı’nı hedef alan bu dinsiz ve müfsid cereyan, anlaşmaya katılmış bölge ülkelerinin idarecilerini, çeşitli desiselerle hunharca cezalandırmış, Kral Faysal ve Nuri Said Paşa hanedânını bebeklerine varıncaya kadar katleden bu vahşî cereyan, Türkiye Başbakanı ve Dışişleri Bakanını idam ettirmiş, İran ve Pakistan idarecilerini de aynı yöntemlerle cezalandırmış.
Türkiye’de 27 Mayıs İhtilâli ve Irak’ta din düşmanı Baas yönetimi iş başına geçince de; aynı küresel müfsitler Mustafa Barzani’yi Kuzey Irak’ta teçhize girişiyorlar.
Paris’te Kürt Enstitüsü ve Amerika’da birkaç zındıka enstitüsünde hazırlanan planın, cemaatleşmiş dinsizlerce yorulmadan, usanmadan ve zamandan kopmadan icra edildiğini maalesef görüyoruz.
Türkiye, 12 Eylül cinayetinin mahiyetini tam konuşamadığından, buradan gelmiş zararların bilânçosunu da henüz yapamamıştır. Tombaladan milletvekili olmuş bazı mebuslarımız bile 12 Eylül'ün içyüzünü bilmiyorlar. Bu ihtilâlin neticesi olan ANAP ve “Çekiç Güç” hadisesini maalesef Türk gençliği öğrenemedi. Çekiç Güç’ün hangi milletlerin askerlerinden oluştuğunu, Güneydoğu’da hangi fonksiyonları icrâ ettiklerini ve görev sürelerinin ANAP hükûmetlerince kaç kez uzatıldığını ben de bilemiyorum. Fakat bu neticeyi değiştirmedi. Birinci ve İkinci Körfez Savaşlarının anahtarlarının bu bölgede konuşturulan o “Güçte” olduğunu tarih tesbit etmiştir.
11 Eylülcülerin intikamı yalnızca Bağdat’a değildi. Bağdat’tan başlayarak Türkiye’nin böğrüne kadar gelecek bütün coğrafyalaraydı. Zira onlar, dünya barışının Ortadoğu barışına bağlı olduğunu, Ortadoğu barışının da Türkiye’nin Güneydoğusundaki barışa dayandığını, Türkiyeli siyâsîlerden daha iyi biliyorlardı. Said Nursî’nin Doğu projesini ve projede yer alan meşhur ‘Şark Üniversitesi’ modelini, zındıka enstitüleri başbakan ve bakanlarımızdan daha iyi biliyorlardı. Diyarbakır, Van, Bitlis ve Mardin gibi vilayetlerimizde kurulacak milletler arası üniversitenin yükleneceği misyona engel olmak için Kürtçülerle Türkçüler, Bediüzzaman’a ateş püskürmüşlerdi.
12 Eylülcüler de ihtilâli müteâkiben evvelâ Risâle-i Nur talebelerinin bölgedeki tesirini kırmış ve ardından Hizbullah modeliyle diğer dindar Kürtleri bölgeden süpürerek uluslar arası zındıkaya dikensiz bir gül bahçesi sunmuşlardı.
Hadiseye bu açıdan baktığınızda, 12 Eylül’ün serapa bir ‘Türkiye adaveti’ konsepti olduğunu, ister istemez fark ediyorsunuz. Doğunun dağlarına, yollarına ve caddelerine kazınan ‘ırkçı sloganların’ bilhassa o günün askerlerince yazıldığını düşündüğünüzde hüzünlenmeden edemiyorsunuz.
Ters tepki ile yörenin Kürt ırkçılığına sahip çıkmasına çalışanların, ne Türklük ve ne de Kürtlükle ilgisi olmayan, yalnızca meşhur din ve barış düşmanı cereyanların hizmetkârları olduklarını, birçoğumuz 1 Mart Tezkeresinden sonra öğrendik.
Düne kadar “Kürt Kimliğini” inkâr eden Türkiye’nin Kürt politikalarını Washington Enstitülerine havâlesi, bugün için en çok üzüldüğüm bir noktadır. Demokrasi ile idare edilen ülkemizde memleketin en hassas meselesi, düne kadar bize ihanet etmiş odaklara bırakılmaz.
Nerede ülkenin bütünlüğü? Nerede Cumhuriyet ve demokrasi?
Arapların ve Türklerin saadetleriyle memzuç bir saadete sahip Kürtlerin, yakın tarihte başlarına gelen felâketlerin tahlili de, yakın bir zamanda yapılacaktır. Halepçe katliâmı ile Kirmanşah katliâmlarının arka planları açıklanacaktır elbette...
Coğrafyasının eteklerinden tutup çekiştirdiği Türkiye, artık klâsik Kemalist kalıplarla hadiseye yanaşma lüksüne sahip değil. Zira medeniyet ve fenler o denli hızlıca ilerliyor ki, Kemalistlerin ihanetini bazı safdil dindarlar da kapatamayacak!
14.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|