1952’de Eşref Edip’e verdiği mülâkatta Bediüzzaman, “Dînî tedrisâta, kadınlarımızın, muhterem hemşîrelerimizin terbiye-i İslâmiye dairesinde iffet ve şereflerini muhâfaza etmelerine taraftar olmanın bir suç olduğuna dâir kanunlarda bir madde var mı?” diye sorar. (Tarihçe-i Hayat, 544)
Bediüzzaman’ın o gün sorduğu bu soru, Türkiye’de yarım asrı aşkındır soruluyor. Ve Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi, “kanunlarda olmayan bir madde” ile bu ülkede Kur’ân’ın emri tesettürün bir parçası olan başörtüsü yasağı dayatılıyor.
Gerçek şu ki bu meselede de Yeni Asya’nın haklılığı, hergün daha bâriz bir biçimde ortaya çıkıyor. Baştan beri başörtüsü için “yasal düzenleme”ye gerek olmadığı gerçeği, gittikçe paylaşılıyor.
Yasadışı yasağı yasayla kaldırma teşebbüslerinin her defasında yasağı daha yaygınlaştırıp çözümü zorlaştırdığı; dahası inanç ve eğitim hakkını içine alan bu en temel insan hakkını “yasallaştırma” tehlikesini beraberinde getirdiği anlaşılıyor…
Danıştay’ın, YÖK Başkanı’nın rektörlere gönderdiği “türbanlı öğrencilerin derslere alınması”na dair tâlimatını “kanunsuz emir” olarak niteleyip yürütmeyi durdurmasıyla yasağın daha da azdırılması, bunun son örneği. Bu iptalle, yasağı uygulamayan bir iki üniversitede de yeniden yasağın başlatılması, “yasal çözüm”ün nasıl bir çıkmaza sebebiyet verdiğinin göstergesi.
Öylesine ki bütün bu tartışmalardan azâde olarak başörtüsünü serbest bırakan Boğaziçi, Bilkent ve Bilgi Üniversitelerinde de yasağın tatbiki isteniyor; Danıştay’ın kararına rağmen başörtüsünü serbest bırakmaya devam etmeleri halinde “suç işlemiş olacakları” uyarısı yapılıyor…
* * *
Yasakçı mihraklar, bununla da kalmıyor; Anayasa Mahkemesi’nin kararının “tüm tartışmaları noktalayacağı”nı belirtip, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinin “iptali” halinde yasağın resmen “yasallaşacağı” propagandasının maksadı bu. Yasağın kalıcı olup kesinleşmesine zemin hazırlamak için. Daha önce anayasal değişikliklerin “yeni bir şey getirmediği”ni belirtip, şimdi de bu değişikliklerin iptalinin yasağı yasallaştıracağı iddiasındaki yaman çelişkiyi bile bile…
Anlaşılan o ki yasakçılar, tıpkı Anayasanın 2. maddesindeki “laiklik ilkesi”nin başörtüsüyle ilişkilendirilmesi, Mahkeme’nin “gerekçesi”nin Anayasaya aykırı olarak yasağa gerekçe edilmesi ve yasağın AİHM’e dayandırılması gibi her hususu yasağa âlet edecekler. Anayasa Mahkemesi, sözkonusu maddeleri “iptal” etmezse de yine yasağa Danıştay’ın son kararı benzeri uyduruk gerekçeler bulunacak; kanunsuz keyfî yasağın dayatılmasına devam edilecek. Yasakçı mihraklar, millet irâdesine, hakka, hukuka ve yasalara rağmen milletin gözünün içine baka baka bunu açıkça ileri sürmekteler…
Kısacası, Yüksek Öğretim Kanunu ek-17, ya da yeni bir yasal düzenleme de, yasakçılara “malzeme” olacak; yasağa “mesned” edilecek. Her anayasal ve yasal teşebbüs, “demek yasal yasak var ki yasayla serbest bırakılmaya çalışılıyor” benzerî mülâhazalarla yasağın sürdürülmesine bahane edilecek…
Bu durumda yapılacak olan, evvel emirde hakkında hiçbir yasaklayıcı yasa olmayan ve yürürlükteki kanunlara göre tamamen serbest olan başörtüsü için yasa çıkarmaktan vazgeçilmektir. Kanunsuz indî yasağın uygulanmasına engel olunmaktır. Peki bunun için neler yapılabilir? Siyasî iktidar, Meclis içi ve Meclis dışı muhalefet, yasağa karşı olan sivil kuruluşlar ve mâkul medyanın işbirliğiyle “yasağa karşı” demokrasi, inanç ve eğitim hakkını vurgulayan kampanyalar düzenlenebilir. Yasakçı rektör ve mercilerin üzerinde kamuoyu baskısı oluşturulabilir. Meclis’te yasağın kanunsuz olarak dayatılması hakkında bir genel görüşme açılabilir…
* * *
Keza rektörlerin yasağı devam ettirmelerinin hiçbir yasal dayanağının olmadığı, yasağın Anayasa Mahkemesinin “gerekçesi”ne ve “laiklik ilkesi”ne dayandırılmasının hukuk ve yasa mantığına uymadığı yoğun bir şekilde anlatılabilir.
Panellerle, toplantılarla, yasağın tamamen hukuk ve kanun dışı olduğu belirtilebilir. Televizyonlarda uluorta ahkâm kesip yalan ve yanlış saptırmalarla başörtüsünün Kur’ân’da olmadığı iddialarına karşı, devletin dinle ilgili yetkili anayasal kurumu olan Diyanet olarak devreye girebilir.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun kararlarıyla başörtüsünün Kur’ân âyetleri ve Peygamberimizin hadisleriyle İslâm âlimlerinin içtihadlarına dayanarak “Allah’ın emri” ve “dinî bir vecîbe” olduğu izâh edilebilir. Esasen yasağı dayatanların suç işlediği, mevzuatta başörtüsünü yasaklayan hiçbir hükmün bulunmadığı, Yargıtay eski Başsavcısı Sami Selçuk gibi bu hususta hakperest hukukçuların tesbitleriyle medya ve halk aydınlatılabilir. Demokratik plâtformlarda yasağın tamamen indî ve keyfî olduğu ortaya konulabilir…
Görülecektir ki anayasal ve yasal değişiklikler için gösterilen gayretin yarısı, yasadışı yasağın uygulanmaması için gösterilmesi yeterli olacaktır. Başka da çözümü yok.
14.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|