Özellikle statükodan beslenen, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve AB’ye girmesini istemeyen bazı çevreler “İslâmiyet, demokrasi ile bağdaşır mı?” endişesi taşıyor. İngiliz filozof Bernard Shaw, “Demokrasimizin bir adım ötesi İslâmiyettir” diyor. Şu halde soru şöyle sorulmalı:
Demokrasi İslâmiyetle ne kadar bağdaşır?
İslâmiyetin istibdat ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını ortaya koyabilmek için istibdadın/diktatörlüğün tanımına bakmamız gerekir. Diktatörlük;
- Zorla kabul ettirmek,
- Tahakküm,
- Keyfî muâmele,
- Kuvvete dayanarak cebir kullanma,
- Zorbalık,
- Tek görüş,
- Suistimâle gayet müsait bir zemin,
- Zulmün temeli,
- İnsanlığın mahvedicisi,
- Sefalet derelerine yuvarlandıran,
- İslâm âlemini zillet ve sefalete atan,
- Garaz ve düşmanlığı uyandıran,
- İslâmiyeti zehirlendiren,
- Her şeye bulaşarak zehrini atan muzır ve olumsuz bir haslettir.1
780’i aşkın âyetle düşünmeyi, tefekkürü, araştırmayı, akıl etmeyi, gözlemlemeyi ve ilim hürriyetini teşvik eden... “De ki! Ey kâfirler! Sizin taptıklarınıza ben ibâdet edecek değilim. Benim ibâdet ettiğime de siz ibâdet edecek değilsiniz. Ben zâten sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim ibâdet ettiğime ibâdet etmezsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana”2 âyetiyle inanç ve ibadette şahane serbest bırakan Kur’ân’dır.
İslâm, insan haklarını her kademe, her tabaka, her sınıf, her toplum için ayrı ayrı sıralamış, bunun eğitimini ve öğretimini yapmıştır. Meselâ, insanın insan olarak hakları vardır. Hangi dinde ve hangi mezhepte olursa olsun! İslâmın temelde tanıdığı diğer haklardan bazılarını şöyle sayabiliriz: Yaşama hürriyeti, inanç hüriyyeti, vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti, çalışma hürriyeti, ibâdet hürriyeti, eğitim hürriyeti, yargı hürriyeti, seyahat hürriyeti, başkasına zarar vermemek şartıyla hareketlerinde her türlü serbestlik...
İslâm’da, haksızlık, hırsızlık yasaktır, zorbalık, zulüm yasaktır, işkence eziyet yasaktır, hattâ kötü ve çirkin söz söyleyerek işkence, yâni gıybet dedikodu yasaktır, iftira yasaktır, koğuculuk yasaktır, tecessüs yasaktır, başkalarının gönlünü kırmak yasaktır!
Demokrasi ise, insan hak ve hürriyetlerinin kemâliyle işletilmesi değil mi? Aralık 1948 İnsan Hakları Cihanşumûl Beyennâmesi’nin kabul günü. İnsan hak ve hürriyetleri, Batı medeniyetinin öz malı mı? Bu beyanname ilân edilmezden önce, İslâm âleminde, İslâma sarılındığı devrelerde, insan hakları en mütekâmil mânâna yaşanagelmiyor mu?
Ki, bütün güzelliklerin kaynağı, hattâ tekniğin ve hukukun kaynağı dindir. Özellikle İslâm dini. İslâm, Hz. Âdem’den (a.s.) başlamış, insan haklarını, imanı, iyiliği, güzelliği, yardımı, merhameti, saygıyı, ahlâkı, edebi talim edegelmiştir.
Şüphesiz ki Batı, insan hak ve hürriyetlerini kendi bulup ilân etmiş değildir. Onlar da bu ilhâmı, bu dersi, Peygamberlerden, semâvî kitaplardan, İslâm’dan, Kur’ân’dan, Müslüman toplumların yaşayışından, kitaplarından, âlimlerinden, uygulamalarından almışlardır. Zira, “Luther, birçok papazlar ve yüksek rütbeli kilise erkânı gibi Arapça’ya derin vukufu olan bir âlimdi... Asırlarca Avrupa’nın tâlim ve terbiye ihtiyaçlarını karşılayan, Arapça kitapların lâtince tercümeleri idi”3 tesbitleri tarihî bir gerçektir.
İslâmın, Hıristiyanlık üzerindeki etkisinden, İspanya ve İtalya yoluyla etkilenen mütefekkir, filozof, hukukçu ve devlet idârecileri de bir realitedir. “Avrupa ve Amerika’dan getirilen ve hakîkatte yine İslâmın malı olan fen ve san'atı, nur-u Tevhid içinde yoğurarak, Kur’ân’ın bahsettiği tefekkür ve mânâ-i harf nazarıyla, yani onun san'atkârı ve ustası namıyla onlara bakmalı.” (Tarihçe-i Hayat, s. 140)
Dolayısıyla, “hak, hürriyet, iyi, güzel” olan şeyler, beşerî bir sistem olan demokrasi adı altında da olsa, onlar da İslâmın malıdır, kaynağı İlâhîdir. Demokrasinin çirkinlikleri, yanlış uygulamaları beşerin karihasından, anlayışındandır. Müslümanların, İslâmı bu perspektiften ele alıp ona göre hareket etmeleri derecesinde medenîleşip terakkî ettiklerini (eğitim, hukuk, teknik, san'at, ekonomi sahalarında hârikalar ortaya koyduklarını; birçok keşiflere imza attıklarını) tarih gösteriyor.4 İslâmiyetin insana kazandırdığı bu derinlik ve ufuk sayesinde kritik düşünce ve tabiata objektif bakış sahibi Müslüman düşünür ve bilim adamları, Kurtuba (Cordoba) ve Tuleytula (Toledo) şehirlerindeki İslâm üniversiteleri aracılığıyla Batı’yı uyandırıp ayıltmış, bu temeller üzerine kurulan Hıristiyan Avrupa üniversiteleri çok verimli bir ilmî estetik hareketin, rönesansın zuhûruna bu çağda öncülük etmiştir.5
İslâm dünyasında dokuz ile on ikinci asırlar arasında hukuk, felsefe, teoloji ve müsbet ilimlerde bugünün medeniyetine zemin hazırlayan fikir ve ilim hareketinin temelleri atılmıştır. Avrupa, bugünkü medeniyetini Rönesansa, Rönesans’ı da C. W. Bodley’in dediği gibi İslâm’a borçludur.6
Elbette buna benzer bütün fazilet ve güzellikleri, hak ve hürriyetleri ihtivâ eden ve bunu uygulama sahasına koyan İslâmiyet, hiçbir sistem ve ideoloji ile kıyas edilemez ve “İslâmiyet şununla bağdaşır mı?” diye bir mütalâada bulunulamaz. Ancak, “Diğer sistemler, ideolojiler veya rejimler, ne kadar İslâmiyetten istifade etmişlerdir, ne kadar İslâmiyetle bağdaşırlar?” denilebilir.
Dipnotlar: 1- Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, s. 22.; 2- Kur’ân, Kâfirûn, 1-6.; 3- İslâm’da Devlet İdâresi, s. 55., kr. İslâm Ansiklopedisi, Fıkıh Maddesi.; 4- Tarihçe-i Hayatı, s. 80.; 5- Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, İlimde Demokrasi Olmaz, Yeni Asya Yay., İst., 1991, s. 13.; 6- Prof. Dr. İrfan Yılmaz vd., Yeni Bir Bakış Açısıyla İlim ve Din, İst., 1998, c. 1, s. 291.
14.03.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|