Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan, Ankara Barosu tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü sebebiyle düzenlenen bir toplantıda şok edici açıklamalarda bulundu. Devleti, yani bütün idarî organları hukuk çizgisinde tutmak, idarenin her türlü karar ve eylemini hukuk adına denetlemekle görevli bir yüksek yargı organı nezdinde başsavcı olarak görev yapan birisi olarak hukuku katleden değerlendirmelerde bulundu.
Aradan geçen sürede Tansel Çölaşan, söylediklerine ilişkin yeni bir açıklamada, tashihte bulunmadı. Çölaşan’ın kendisi konuşmadığı gibi hemen her alanda konuşmaya, özellikle de siyasetçi paylamak konusunda çokça hevesli, kamuoyunca yakından bilinen hâlen görevde olan ve emekli kimi yüksek yargı organı mensupları da, Çölaşan’ın açıklamalarını tam bir suskunlukla karşıladılar. Evet yargı bu kez tarafsız davrandı! Barolar ve Barolar Birliği de tam bir sessizliğe gömüldü.
1960 yılında anayasal düzenin, Türk Silâhlı Kuvvetleri içinde kümelenmiş kimi oluşumlar tarafından ortadan kaldırılmasının ve hukuk adına işlenen cinayetlerin, bir hukuk insanı, bir yüksek yargıç tarafından yüceltilmesi, övülmesi karşısında gösterilen suskunluk ürküntü vericidir.
Demokrat Parti’nin yeni genel başkanı Sayın Süleyman Soylu, soylu bir tavır göstererek Çölaşan’ın derhal istifa etmesini istedi. Çölaşan’ın konuştuğu toplantıya ev sahipliği yapan Ankara Barosu Başkanı Av. Ahsen Çoşar da, “Sayın başsavcının söylediklerinin hiçbirine katılmıyorum. Baro başkanı olarak da, hukukçu olarak da vatandaş olarak da darbeye karşıyım. Hukukçular, yargı organı temsilcileri darbeleri, idamları değil, hukuku anayasal düzeni savunmalıdırlar” açıklamasında bulundu.
Verdiği kararlarla ve kimi zaman hukuk dışına taşan yorumlarıyla Türkiye’nin ekonomik ve sosyal hayatına yön veren bir Yüksek Mahkeme nezdinde başsavcı olarak görev yapan birinin hukuk ve demokrasi anlayışının ve bireysel düşüncesinin dışa vurumu mu, yoksa kurumsal bir anlayışın dile getirilmesi midir? Sayın Danıştay başkanının ve üyelerinin suskunluğunu kamuoyu nasıl anlamalıdır.
Hukuku, anayasal düzeni değil, darbeleri savunan ve yücelten bir anlayış, bir Yüksek Mahkeme nezdinde, başsavcılık makamı nasıl temsil edilebiliyor.
Yeni anayasadan önce yargı, özellikle de yüksek yargı organları mensupları arasında, darbeleri savunan ve yücelten bir anlayışın bu denli kolaylıkla yer edinebilmesine fırsat veren zihniyeti tartışmalıyız.
Hukuku, anayasal düzeni değil, darbeleri savunan birinin seçimle böyle bir göreve gelmiş olmasının anlamını tartışmalıyız.
Hukuku, anayasal düzeni değil, darbeleri savunan ve yücelten anlayıştaki birinin başsavcı olarak görev yaptığı hukuk düzenine ne kadar güvenmeliyiz?
13.03.2008
E-Posta:
|