‘Uslub-u beyan ayniyle insan’ denilmiştir. Bu bakımdan ifadeler insanın derununu ele veriyor. Dil kalbin tercümanı ve aynasıdır. Nitekim İsrailli Savunma Bakan Yardımcısı Matan Vilnai, Filistinlileri tehdit etmiş ve bu gidişle büyük bir ‘şoah’ yani soykırımla karşı karşıya kalacaklarını söylemişti. Daha sonra da bu sözlerini tevil etmeye kalkışmıştı. Zırva tevil kaldırırsa tabiî! Şuuraltı boşalımı veya şuuraltı ihtilam hali karşısında dünyadan gelen tepkileri hafife alan yine aynı yetkili ‘şoah açıklaması şamatayı tetikledi’/ Shoah remark spark uproar’ nevinden tüy dikercesine yeni bir hezeyanda daha bulunmuştur.
Şiddetin şiddeti tetiklemesi gibi hezeyan da hezeyanı besliyor ve tetikliyor. Aslında insan en samimi duygularını kontrolünü kaybettiğinde ve şuuraltı boşalması sırasında ortaya serer. Tansel Çölaşan’ın “Menderes’lerin idamı toplumda coşku ile karşılındı (bayram havası estirdi, demek istiyor)” ifadesini Aydın Menderes: “Hasta kafanın hezeyanı” olarak nitelendirmiştir. Ne olursa olsun bu ifadeler ‘uslubu beyan ayniyle insan’ ifadesinin bir izdüşümüdür. Şahsiyetini ele vermektedir. Öfke ve kin boşalmasıdır. İsrailli bakan yardımcısının konuşmalarından bir farkı yoktur. Bir an düşünelim: İsrailli bakan yardımcısının bu tarz konuşmasının, celladı Nazilerin söylediklerinden veya yaptıklarından bir farkı var mı? Yoksa Nazizm sadece Almanlar için bir isim ama başkaları için bir sıfat değil midir? Demek ki, İsrailli bakan mugalata yapıyor. Gerçekten de bu açıklamalar bütün dünyada ‘Nazizmin ayak sesleri’ diye algılanmış ve yankı uyandırmıştır. Bir insan Hitler veya Nazi olmak için başka ne yapmalı? Faşizmin tanımı zemine ve zamana göre değişiyor mu? Bilhassa İsrail için! Münhasıran Almanlar için uydurulmuş basma kalıp bir ifade midir?
Esasen bu söylediklerimiz aynen Tansel Çölaşan için de geçerlidir? Zira ideolojik dürtüler yüzünden seçilmiş bir başbakanın idamını onaylıyor. Ve idam meşhedine bir de çoşku ilave ediyor. Bu durumda İranlı Mollaların yaptıkları idamlara ne buyurulur? Sürekli irticai kalkışmaların adresi olarak gösterilen temizlik hareketlerine! Seçicilik, bizi gücü elinde bulunduranın adalet anlayışını onaylamaya götürür. Öyleyse yaşasın güç ve yaşasın faşizm demekten başka çare var mıdır? O zaman gücü yeten yetene ya da mâli dünyaya akseden suretiyle titan titana!
***
Esasında, Tansel Çölaşan’dan önce bir ay kadar gündemimizde YÖK’le alâkalı olarak Celâl Şengör vardı. O da arkadaşları tarafından seçilmiş ve kararnamesi Çankaya’ya gönderilmişti. Ama konuşmaları ve yaklaşımları dolayısıyla eşikten veya direkten geri döndü. Tansel Çölaşan da benzeri şekilde arkadaşları tarafından seçimle yargının başına taşınmış. Ve Celâl Şengör ile Tansel Çölaşan’ın yaklaşımları da aynı. Birbirlerinin ikizi gibiler. Birisi ilim diğeri de yargı âleminde. Çölaşan ‘idamlar toplumsal çoşku ile karşılandı’ derken Şengör Beyefendi de ‘depremlerde orgazm oluyorum’ demiştir. Anlaşılan o da depremleri coşkuyla karşılıyor. Zaten coşku bir nevi orgazm hali değil midir? Bununla birlikte, biz uykuda ihtilam hâlini biliyorduk da yeni yeni onlar sayesinde uyanıkken ve acılar içinde kıvranan insanların da ihtilam ve orgazm geçirdiklerini öğrenmeye başladık! Sakın hissettikleri, orgazm ve ihtilam değil de ihtilaç nevinden bir şey olmasın? Bu nasıl bir ruh hâlidir varın siz tasavvur buyurun? Dolayısıyla bunlarınki olağandışı bir ruh hâli...
***
Mevcut yönetimlere iki de bir Menderes’in akibetini hatırlatıyorlar. Zira onun yaptıklarını bir irtidat ve geri dönüş yani irtica olarak tanımlıyorlar. İrtica modern dönemlerde irtidatın yerini almış bir kavramdır. Kimse Menderes’in hesabını sormadığından dolayı şimdi asla ve usûle her dönüşte Menderes’e yapılan kalkışmayı ve darbeyi hatıra getiriyorlar. İdam sehpasını gösteriyorlar. Bir de Menderes’e yapılan darbe değil, devrim imiş. Darbeden sonra her yan huzur dolmuş. Ama hâlâ ezanın aslına çevrildiğine yanıyor ve hayıflanıyor. Az kalsın namaz kılacakmış, ama ezan Türkçe’den aslına çevrilince bu arzusu kursağında kalmış ve nasip olmamış. Menderes’e bir ezan, ikincisi de Said Nursi’nin elini öptü diye köpürüyor ve kin duyuyor. Acaba bundan dolayı mı nazarında idama müstehak oldu? Özel olarak ne düşünürse düşünsün fark etmez, ama böyle bir darbeci zihniyetin yargının en tepesinde barınmasını maşeri vicdan kabul edemez. İstifa diye bir kurum yok mu? Aksi takdirde, temsil ettiği kurum üzerinden haiz olduğu güç ile Türk insanı nasıl birlikte ve barışık ve güven içinde bir arada bulunabilir? Danıştay saldırısında da Alparslan Arslan’ın içeride nârâ attığını ve tekbir getirdiğini de kendisi söylemişti. Bu darbe tehditleri ve nâhak yere idam edilen mazlum başbakana yapılan hakaretler karşılıksız mı kalacak? Ya bu sözlere işlem yapılacak ya da bu sözler işlev yapacaktır. Türkiye’yi yönetmek isteyenlere duyurulur.
13.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|