Demirel bir sohbetimizde başörtüsü için “Kişi başını örtmek istiyorsa örtsün. Ona niye karışılıyor? Kanunların yasaklamadığı bir kıyafet. Örtülerin kaldırılması denenmiş. Kaldırılabilmiş mi? Bırakın, halk nasıl giyinmek istiyorsa öyle giyinsin” dedikten şunu da eklemişti:
“Başörtüsünü İslâmın simgesi yaparsanız, başını örtmeyeni Müslüman saymazsanız, burada tefrika olur. Ve kimse sizi savunmaz...”
Köprü dergisinin Mart-1987 sayısında çıkan mülâkatında düştüğü bu “şerh ve kayıt,” meğer Demirel’in on sene sonra 28 Şubat sürecinde alacağı ve sonrasında bugünlere kadar sürdüreceği pozisyonun ilk işareti ve ipucuymuş.
Mâlûm, Demirel’in bu pozisyonda, kamu kurumlarıyla okullardaki başörtüsü yasağını savunurken başvurduğu argümanlardan biri bu.
İyi de, başka konularda genelleyici suçlamalardan kaçınılması gereğine her fırsatta vurgu yapan Demirel, bu meselede neden bu dikkat ve özeni göstermiyor ve başını örten herkesi, başı açıkları Müslüman saymamakla suçluyor?
Bu hatayı yapanlar olabilir ve az da olsa maalesef var. Ancak bu münferit örnekleri genele teşmil etmek hukuk ve insafla bağdaşabilir mi?
Demirel’in konuyu bu mantıkla dile getirdiği her seferinde biz bu suali sorduk. Ama cevap alamadık. Tersine, aynı yanlışın ısrarla devam ettirildiğine şahit olduk.
Demirel tartışılan son beyanlarında konuyu daha farklı bir alana taşıyarak diyor ki:
“Türban denilen hadise, tesettürün, örtünmenin başlangıcıdır. Örtünme hadisesi de birtakım İslâmî cereyanların amacına göre ‘kadının dört duvar arasında muhafazası’nın şartlarındandır. Bu tartışma, ‘Kadın toplum içinde olmalı mı, olmamalı mı?’ noktasına kadar gider.”
Peki, “dört duvar arasından çıkıp” tesettürüyle toplum içerisindeki yerini almak, okumak, ilim tahsil etmek ve fıtratına uygun alanlarda çalışmak isteyen kadınlara ne buyurulur?
Demirel’in bir diğer tuhaf iddiası şu: “Türbanı İslâmın şartı haline getirirseniz, bugün uyulmayan o kadar çok husus var ki, onları da teker teker istemek durumunda kalacaksınız...”
Ama o hususlara örnek vermiyor Demirel.
Ve burada da gayet açık demagojiler var. Bir defa türban, daha doğrusu tesettür İslâmın şartı değil, ama gereği ve emri. Kişi yapabilir veya yapamaz, ayrı konu; ama tesettür farz bir emir.
Tesettürle beraber, “uyulmayan” diğer hususların telâffuz edilmesi, yine Demirel’in sıklıkla tekrarladığı“Türkiye’de din ve vicdan hürriyeti var. Her kim ki bu ülkede dinin bir gereğini yerine getirememekten şikâyetçi ise bana gelsin” çağrısıyla çelişen mesajlar da içeriyor.
Gerçi kast edilen hususların çoğu, sanırız, bireysel alanın ötesindeki kamu hukukuna giriyor. Ki, o kapsamdaki şer’î hükümlerin çoğunun tatbiki şartlara bağlı. Ve o şartların hemen hemen hiçbiri bugün itibarıyla mevcut değil.
Ve bireyler bundan sorumlu tutulamaz.
Öte yandan, şeriatın inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile muamelâta ilişkin bir kısım ahkâmı, özel hayatlarda ve ilişkilerde büyük ölçüde uygulanıyor. Devlet bunlara müdahale edemiyor.
Ama tesettür de özel alana giren bir husus olduğu halde, kamuda yasağa konu ediliyor.
Anlamsız, mantıksız, hukuksuz gerekçelerle.
13.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|