Tansel Çölaşan, o talihsiz konuşmayı Danıştay Başsavcısı olarak değil, “kadın” kimliğiyle ve “vatandaş” olarak yaptığını söylemiş.
Herşeyden önce, başsavcı sıfatını taşımaya halen devam ediyorken o sözleri sarf edemez. Ettiğinde başka kılıfların arkasına saklanamaz.
Öte yandan, o dehşet verici sözleri, en başta, kadınla en fazla özdeşleşmiş insanî haslet olan şefkatle bağdaştırabilmek asla mümkün değil.
İhanet suçlamalarını ve idamların toplumsal coşkuyla karşılandığı herzelerini, kadınlığın çağrıştırdığı şefkat, nezaket, zarafet gibi mânâlarla bir arada düşünebilmenin imkânı var mı?
O sözler, “vatandaş” olarak da söylenemez.
Çünkü vicdanî duyarlılığı ve insanî hasletleri dumura uğramamış hiçbir vatandaş, siyasî kanaati ne olursa olsun, Yassıada mezalimini ve idamları coşkuyla karşılayamaz, alkışlayamaz.
İşin bir başka ilginç boyutu daha var.
Bilindiği gibi, Çölaşan’ın da ateşli taraftarları arasında yer aldığı başörtüsü yasağının savunucuları tarafından, yasağa sebep ve gerekçe olarak gösterilen temel argümanlardan biri şu:
“Başörtüsü, kişinin hangi dünya görüşüne sahip olduğunu en fazla belli eden simgelerden biri. Oysa kamu hizmeti verenler kesinlikle tarafsız olmalı ve görüşlerinin ne olduğuna işaret eden herhangi bir simge taşımamalı.”
Peki, başı açık olup da belli bir siyasî kanaati militanca savunanlar varsa—ki, Çölaşan bunun en çarpıcı örneklerinden birini vermiş oldu—buna nasıl bir kılıf uydurulacak?
Demek ki, başı açık olmak da, tarafsızlığın korunmasını sağlayacak bir kriter olamıyor.
Ve böylece başörtüsü yasağının dayandırılmak istendiği temellerden biri daha çöküyor.
Şimdi cevap bekleyen sorulardan biri, Çölaşan’ın hezeyanlarıyla ilgili olarak, görev yaptığı Danıştay başta olmak üzere yüksek yargı organlarının nasıl bir tutum ortaya koyacakları.
Dünkü Taraf gazetesi, Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi Başkanlarının konuya dair görüşlerini almaya çalıştıklarını, ama hiçbirine ulaşamadıklarını yazıyordu. Böyle bir konuda üç maymunları oynamak yakışıyor mu?
Diğerleri bir yana, Danıştay’ın sessizliğini neye yormalı? Başörtüsü meselesi gündeme geldiğinde hiç gecikmeden açıklama yapmayı görev bilen Danıştay Başkanlığı, burada niye suskun? Bu tavrı, “Sükût ikrardan gelir” kaidesine göre zımnî bir tasvip olarak mı yorumlamalı?
Böyle bir onay söz konusu olabilir mi?
Taha Akyol, eski Danıştay Başkanlarından Ender Çetinkaya’nın 4 Nisan 2006’da medyada çıkan beyanlarında Yassıada mahkemesi için şu değerlendirmeyi yaptığını hatırlatıyor:
“Güdümlü bir mahkeme. Yargılama değil, mahkûm etmeye yönelik bir senaryoydu. Dünya tarihinde görülmemiş bir yargılama yapıldı. Yargı büyük yara aldı...” (Milliyet, 11.3.08)
Peki, şimdiki başkan Sumru Çörtoğlu ne düşünüyor? Onun da görüşünü—hele bu tartışmalardan sonra—açıklaması gerekmiyor mu?
Eğer o da Çölaşan gibi düşünüyorsa, açıkça ifade etsin ve toplumumuz da bunu öğrensin.
Yok, “Kişisel görüşleridir, kurumu bağlamaz” diyorsa, bunu da açıklasın ve akabinde, toplumda infial uyandıran sözleri için Çölaşan’a gereken yaptırımı uygulasın. Ama susmasın...
12.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|