Iraklıların bir heybe dolusu mektubu, Hz. Hüseyin’in elindeydi. Kendisine on sekiz bin kişi biat etmiş, Yezid’in istibdadına boyun eğmeyeceklerini, ona karşı kendisini destekleyeceklerini, gönderdiği amcasıoğlu Müslim bin Akil’e biat ettiklerini söylüyor, acele gelmesini istiyorlardı. Böylesine önemli, ciddî bir meselede kendinden yardım isteniyordu. Onca insanın arzusu görmezden gelinemezdi. Yapısı, yaratılışı gereği sonu tehlike de olsa umursamaz, vurdumduymaz davranamazdı. İstibdat söz konusuydu. Buna karşı ancak hürriyet-i şer’iye kılıncıyla durulabilirdi.
Fıtratı baskıya, zulme tahammül etmeyen, hürriyetle yaşamayı ekmeksiz yaşamaya tercih eden bir kahramandı Hz. Hüseyin. Ne din, ne yakınları, sevdikleri, hayatta kalan Sahabîler tahakkümü kaldırabilirlerdi. Müslümanlar da baskı altında kalmamalı, istidatları körelmemeli, inkişaf etmeliydi. Asr-ı Saadetteki o güzel gelişmeler hürriyet-i şer’iye ile gerçekleşmemiş miydi? Babası ve dedesinden aldığı dersle insanlara lâyık olan şeyin hürriyet olduğuna inanıyordu Hz. Hüseyin. Ehl-i İslâm iyi şeylere lâyıktı. Kula kul olmamalı, Allah’a kullukla gerçek hürriyeti yaşamalıydılar.
Hürriyet-i şer’iyede ısrarlıydı Hz. Hüseyin. Gelen mektuplar da onda ümit uyadırmış, Irak’ın yolunu tutmaya karar vermişti.
İstişarelerine devam etti. Hep bu özü, hep bu haklı gerekçeyi dikkate alıyor, stratejisini ona göre belirliyordu. Bu yolda en kötü ihtimal ölmekti. Mazlumen, hak yolunda ölmek ise şehitlik gibi en büyük mertebeydi. Zaten Abdullah bin Abbas’la yaptığı istişarede Iraklıların öldürebileceklerini hatırlattığında, “Başka çare yok. Ben Kufe’ye gitmeye karar verdim, hazırlandım da. Şöyle bir yerde, şöyle bir şekilde öldüreleceğimi bildiğim için de Mekke hareminden çıkmak bana daha sevimli geliyor” diyordu. İnsan maksadı, gaye-i hayâli, hedefinin mânâ ve büyüklüğü ölçüsünde değer kazanmaktaydı. İstibdat ölmeli, hürriyet hayat bulmalıydı. İslâmın şahlanışı ancak böyle gerçekleşebilirdi.
Ebû Said-i Hudrî de onun kesinlikle Irak’a gitmemesini istiyor, Hz. Ali’den Irak’la ilgili işittiklerini hatırlatıyordu. Hz. Ali (ra) demişti ki: “Vallahi, ben onlara küstüm. Onlar da bana küstüler. Ben onlara kızdım. Onlar da bana kızdılar. Ben onlardan bir hayır ve vefa görmedim. Onlar ne sebat, ne azim gösterir, ne de kılıca dayanıp göğüs gerebilirler.”
Büyük ilim ehli Şâbi de Iraklıların inkârcı, mücadeleci bir kavim olduğunu hatırlatıyor. “Babanı öldürdüler, kardeşini dövdüler. Yapmadıkları kalmadı” diyor, gitmemesini istiyordu.
Hz. Hüseyin’in süt kardeşi Ebû Bekir bin Haris ise adetâ yalvarıyor; Kufelilerin Hz. Ali ve Hz. Hasan’a neler neler yaptıklarını, menfaatten başka birşey düşünmeyeceklerini, işlerine geldiğinde kendisiyle çarpışmaktan bile çekinmeyeceklerini söylüyordu.
Bakalım Hz. Hüseyin ne yaptı? Bunun üzerinde de inşaallah yarın duralım.
13.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|