Şimdiye kadar bir çok kişi hakkında "dinden soğuma" ve bilhassa "dindarlardan uzaklaşma" gerekçesini duydum, okudum, hatta bir kısmına şahit oldum.
Bunların hiçbirini haklı ve doğru bulmamakla birlikte, aralarında mantık semtinden geçebilecek bazı gerekçelere rastladığımı ifade edebilirim.
Maalesef, içimizde bazı bîçareleri "dalâlete sevk" edebilecek kadar ilimden, nezahetten, nezaketten, insaftan mahrûm kimseler vardır ve geçmişte de olmuştur. (Bkz: Münâzarât, s. 82)
Ne var ki, Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan'ın ifade ettiği "namazı terk etme" ve "dinden soğuma" gerekçesine ömr–ü hayatımda ilk kez şahit olmaktayım.
İşte, kendi ağzıyla itiraf etmiş olduğu gerekçeler:
1) "Türkçe ezanın güzelliğini görünce, ailemden namaz kılmayı öğrenmek istedim. O kadar çok sevdim... Arapça ile ezan başlayınca, ben o etkiyi kaybettim. Ondan sonra da hiç düşünmedim namaz kılmayı."
2) "Aynı dönemde, Ulus gazetesinde, Menderes'in paçavralar içinde oturan Said Nursi'nin elini öptüğünü gösteren fotoğrafı yayınlandı. Bunlar beni dinden soğuttu.'' (Bkz: 10/11 Mart 2008 tarihli gazete haberleri.)
Cuntacıların eseri olan 27 Mayıs Darbesini (1960) alkışlanacak bir "devrim" şeklinde niteleyen, bir yıl sonra Menderes ve arkadaşlarının asılması olayını ise "coşkuyla karşılandı" diye iddia eden bayan Çölaşan, aslında nasıl bir duygu, düşünce ve ruh haleti içinde olduğunu çok açık bir biçimde sergiliyor.
Dolayısıyla, fazla söze hacet de kalmıyor. Ancak, şahsî düşünce ve kanaatine saygı duyulsa bile, onun yüzde yüz yalan ve yanlış beyanlarına zerrece itibar edilmemesi gerektiğine inandığımız için, şu birkaç noktanın altını özellikle çizmek istiyoruz:
1) Bayan Çölaşan'ın Said Nursî'yi sevmeme hakkı elbette vardır. Fakat, şu "paçavralar arasındaki" diyerek, o büyük insana hakaret etme hak ve selâhiyetini nereden aldığını sormak durumundayız.
2) Ulus gazetesinde yayınlandı dedikleri fotoğrafın aslı–astarı var mı? Varsa şayet, çıkıp bunu ispat etmeli. Aksi halde, saçma olduğu kadar, hayali de olan bir gerekçeyle "dinden, ibadetten soğumuş" olduğu tescil edilmiş olacak. Zira canlı şahitler ve bilirkişiler, onun söylediklerini açıkça reddediyor, hatta Menderes–Nursî arasında bir görüşmenin vaki olmadığını söylüyor.
3) Soruyoruz: Başka dinden, başka dilden, başka milletten olan kimi gayr–ı müslim turistler bile, İslâm ülkelerini dolaşıp Muhammedî ezanı işittiklerinde, bundan hoşnut olduklarını, hatta bazısı sırf bu İlâhî çağrının etkisinde kalarak Müslüman olduğunu ikrar ettikleri halde, bayan Çölaşan gibi bir Müslimin bundan şiddetli rahatsızlık duyması, acaba nasıl izâh edilebilir?
4) Ezan, İslâmın çok önemli bir şeâiridir. Fakat, münferiden namaz kılmak ve Allah'a ibadet etmek niyetinde olan bir kimse için, her ne şekilde okunursa okunsun, ezan sesini duymak ve ona göre davranmak gerektiği yönünde herhangi bir mecburiyet, bir mükellefiyet durumu var mıdır?
Başka ülkelerde yaşayan ve ezan sesini hiç duymadığı halde, yine de namaz kılan, ibadetini eksiksiz yapan Müslümanların takdire şâyân durumunu düşünenler, bu suâlin cevabını kolaylıkla bulabilir.
5) 27 Mayıs Darbesi, bir askerî/siyasî cuntanın işiydi. Hukuk ve kànun dışı bir müdahaleydi. Menderes ve arkadaşlarının idamı ise, tam bir vahşetti ve insanlık dışı bir muameleydi. 40–50 yıldır kapanmayan ve kanamaya devam eden derin, çok derin bir yaraydı. Herhangi bir vatandaşın, hele hele yargı kurumunun zirvesinde görev yapan bir hukukçunun, üstelik medyanın önüne çıkıp bütün bunları hoş gördüğünü, dahası o dehşet günlerin coşku ile karşılandığını söylemesi, bir fecâat, bir garâbet değil de nedir acaba?
Bir söz, bir fikir, hakarete varmadığı, şiddete cevaz vermediği ve kana bulaşmadığı takdirde saygıya lâyık olabilir.
Ankara Barosu tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlenen sempozyumda konuşan meşhûr Emin Çölaşan'ın eşi bayan Çölaşan'ın sözlerinin de bu saygı sınırları içinde kalmasını arzu ederdik.
Umarız, hiç olmazsa bundan sonra o sınırı aşmamaya âzami derece dikkat ve hassasiyet gösterirler.
Tarihin Yorumu 14 Mart 1992
Dünyayı kurtarma çabaları
Birleşmiş Milletler tarafından "Dünyayı kurtarmak" maksadıyla Brezilya'nın Rio de Jeneiro şehrinde düzenlenen "Dünya Zirvesi"ne (The Earth Summit) 152 ülkenin hükümet ve/veya devlet başkanları katıldı.
Küresel ısınma, ozon tabakası, su ve çevre kirliliği gibi hayatî konuların gündeme getirildiği zirvede, alınması gerekli çeşitli tedbirler görüşüldü, konuşuldu, tartışıldı... Ancak, bunların ne zaman ve nasıl hayata geçirileceğine dair hususlarda herhangi bir uzlaşma sağlanamadı.
Bu toplantıda müzakere edilen ve hiç olmazsa üzerinde "fikrî uzlaşma" sağlanabilen noktalar, bilâhare bir deklarasyonla dünyaya açıklandı.
Aynı yılın Temmuz'unda yine aynı Rio de Jeneiro’da imzalanan "Rio Deklarasyonu ve Gündem 21" başlıklı metinde, bütün insanların dikkatine sunulmak üzere özellikle ve öncelikle şu hususlar deklare edildi:
* Tanımlanabilen çevre koruması ve sürdürülebilir kalkınma çabalarında, ülkelerarası dayanışma ve işbirliği çalışmalarına ağırlık verilmeli.
* Temiz teknoloji kullanımına büyük önem verilmeli.
* Çevreyi kirletme bir suç olarak görülmeli ve "kirleten öder" prensibi hayata geçirilmeli.
* Temiz çevrenin korunabilmesi için, ekonomi, ticaret, enerji, sanayi, turizm ve tarım politikalarında sektörel entegrasyonun sağlanmasına çalışılmalı.
* Çevre kirliliği meselelerinde kamu bilincinin geliştirilmesi ve ekoloji eğitiminin sağlanması ve desteklenmesi kabul edilen faaliyetlere kamu katılımının teşvik edilmesi gerekir.
NOT: "Gündem 21"den kasıt, kirlilik tehdidi altındaki 21. Yüzyılın kurtarılması ve gelecek nesillere daha temiz, daha mutlu, daha huzurlu bir dünyanın emanet edilmesi fikrinin olgunlaştırılmasıdır.
14.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|