Emin Çölaşan adını 80’li yıllarda araştırmacı yazar olarak duyurdu. Onun araştırmacılığı biraz dedikoduculukla makyajlanmıştı. Zira ben araştırmacı gazetecilik diye Rabıtagate gibi skandalları ortaya çıkaran Bob Woodward timsali Uğur Mumcu tiplerine derim. Emin Çölaşan’ınkisi olsa olsa biraz light tarzı araştırmacı bir gazetecilik “Biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz’ tarzında Binbir Gece Masalları türünde kitaplar yazdı. Akıcı bir kalemi vardı ve bu yüzden bir dönem furya oldu. Galiba şimdi onun yerini Hürriyet’te bir dereceye kadar Ahmet Hakan dolduruyor. Emin Çölaşan yazılarıyla büyüdüğümüz bir kalemdi. İlk önce onun takdimciliğini Erol Simavi yaptı ve önünü açtı galiba. Onunla şike kokan masonlar etrafında bir röportaj gerçekleştirdi. Bu röportaj gazetecilik mesleği açısından bir dönüm noktasıydı. Bununla birlikte, Emin Çölaşan’ı Emin Çölaşan yapan aforizmaları ya da Özalnameleri oldu. O da Özal’la birlikte yükseldi ama Özal’ın bir devamı olan AKP ile birlikte de ne hikmetse inişe, finişe ve düşüşe geçti. Adeta Özal’ın özel tarihçisi olmuştu. Özal vefat edince onun da eyyamı doldu. Onun gizlisini saklısını buluyor ve yazıyordu. Kendisini gazeteciden ziyade bir dedektif gibi takip ediyordu. Bizde sakatat hayvanların iç organlarına denilir. Araplar ise sakatatı (asaret gibi) kusurat yani kusur ve eksik gedik manasına kullanırlar. Çölaşan da Özal’ın sakatatı peşindeydi.
***
Emin Çölaşan’ın taktığı hususlardan birisi Özal’ın rahat kıyafetleri idi. Onun Turgut Sunalp gibi bir salon adamı veya seçkin ve elit olmamasından mı nedir adaşı gibi içine sindiremiyordu. Sindiremese de onun sayesinde ekmek yedi. Galiba hocasına ‘sıfırcı’ diye takmış ve o takıntı ile dünyasını sabık hocasına adamıştı. Hocası da ona ‘kopyacı’ diye takmıştı zahir. Tabii ki onun üzerinden kendi kariyerine adadığı da söylenebilir. Kendisine Özal’ın tufeylisi denebilir mi, tabii ki zannetmem. Bununla birlikte hocasıyla derin bir hesaplaşması vardı. Bundan dolayı kitaplarında Özal’a bir lakap taktı: “Boru paça”. Özal kilolu ve tonton olduğundan dolayı giydiği pantolları besbelli ki ya ütü tutmuyor ya da ütüsü çabuk bozuluyordu. Kitaplarındaki rivayete bakacak olursak, Semra Hanım üşendiği için ütülemiyormuş. Bundan dolayı, Özal’a ‘boru paça’ lakabını takmıştı. Eşinin de kıyafet takıntılı olduğunu bilmiyorduk. Menderes aristokrat olduğundan dolayı gazeteci-yargıcı çift Menderes’e bir kulp bulamamışlardı. Zaten taksalardı ne yazardı! Menderes jön bir siyasetçiydi. Ona bir kusur atfedemediklerinden dolayı çevresinden bir kusur aradılar. Kusur diye de fazilet erbabını buldular. Neymiş efendim “Pejmurde kıyafet giyen ve paçavralar içinde oturan” Bediüzzaman Said Nursî’nin elini öpmüş. Emin Çölaşan’ın ‘boru paça’ tabirine mümasil olarak eşi Tansel hanım da hocalar için böyle bir lakap bulmuş. Darbeye giden süreçte hocalar da kaşınmışlar. İdamları ve darbeyi meşrulaştırmak için ‘hocaların kaşındığını’ ileri sürüyor. Buna bir yerde ‘kanları bitlenmişti’ de denebilir. Özal’a boru paça kusuru bulanlar rahmetli Menderes’e de çevresinden kusur bulmuşlar ve onu da kaşınan hocalarla ilişkilendirmişlerdi.
***
Çölaşanlar tencere-kapak gibi birbirlerini tamamlamışlar. Ama ben şahsen Emin Çölaşan’daki derin argo kültürünü biliyordum da eşinin de aynı derecede veya fazlasıyla bu literatüre hakim olduğunu bilmiyordum. Acaba diyorum: Emin Çölaşan’ın bu argo yüklü bol paçalı veya boru paçalı yazılarını eşi mi yazıyor? Kerameti eşinden menkul olmasın! Hani el elden ve hüner hünerden üstündür derler ya! En iyisi mi, müstehaklarını Mevlânâ ile Nasreddin Hoca’ya versin:
Mevlânâ demiş ki:
“Nice elbiseler gördüm içinde insan yoktu.
Nice insanlar gördüm ki üzerlerinde elbise yoktu.”
İnsan yerine elbiseye iltifat edenleri de hoca şöyle paylamış ve hicvetmiş; heccava hiciv (taşlayana taşlama) kabilinden demiş ki:
Ye kürküm ye...
14.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|