Simurg yokluk vadisinin tepesinde yeterince dinlendi. Varlığa doğru kanat çırpmak için yeniden hareketlendi. Ne de olsa bahar kondu dallara. Tabiî bizim dallarımıza da.
Ama aldanmamak gerekiyor yine de bu bahar havalarına. Bir anda çarpıveriyor insanı, kendi mayhoşluğuna daldırıp, sonra birden bire bi hışım çiçekleri de, dalları da yerle bir ediveriyor.
Hayat da böyle yaşanıyor zaten. Bir şeylerin baharına konuyor yüreğimiz. Tam içinde gönlümüzü hoş eden esintiye kendimizi kaptırdığımız an, bir hışım rüzgârlar esiyor ve ellerimizde kala kala şaşkınlıkla dolu bakışlar kalıyor. Islak bir kalp, ıslak bir göz ve buruk bir tebessüm…
İşte bahar gülümsüyor yine göz bebeklerimizde. Alıp götürüyor kalplerimizdeki bahar ülkelerine. O baharlar ki, yeniden dirilişleri var olmanın güzelliğiyle buluşturuyor. Dışarıdaki binlerce ses, binlerce renk, binlerce düşünce, baharın bir tebessümünün içinde kayboluyor. Öze, yüreğe, insan olmaya, varlıkların tercümanı olmaya bir kez daha muhatap kılıyor insanı. Zorluyor beyin çeperleriyle birlikte kalbi.
Dışarıda devam eden onca savaşlardan, onca insanlığı yerle bir eden, yok eden çatışmalardan, kirden, pastan kurtarıp bir çiçeğin tebessümünde yeniden kendisiyle kucaklaşmasını sağlıyor insana bahar.
Her şeyin baharı özel de, en özel bahar sanırım insanlığın baharı olacak. İnsanlar acının dinî, dili, ırkı, rengi, cinsiyeti olmadığını anladıkları zaman belki insanlığın baharı ufkumuzda parlayacak. Belki de sevinçlerin insan yüreğinin en tabiî hakkı olduğunu anladıkları zaman.
Afrika’daki bir bebeğin tebessümünün, kendi çocuğunun tebessümünden farklı olmadığını anladığı zaman.
Yüreklerimizi o bahar ülkesine uçurmak ve orada buluşmak dileğiyle…
15.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|