En başta ifade edelim ki, helâlinden kazanarak ‘patron’ olanlar hiç alınmasın. “‘Patron’lar kârda, millet zararda” şeklindeki eleştirimiz, alınteri ile değil; hile ve faiz gibi yollarla haksız kazanç sağlayanlar için.
Türkiye’de yaşayan büyük çoğunluk ‘geçim sıkıntısı’ çekerken; az sayıda aile ‘ultra lüks’ bir hayat yaşıyor. Bu noktada kabahat sadece ‘ultra lüks’ hayat süren zenginlerde değil, onlara bu imkânı sağlayan ‘siyasî irade’de olsa gerek.
Tabiî ki ‘siyasî irade’ doğrudan zenginlerin cebine para koymuyor. Fakat uyguladığı yanlış ekonomik ve siyasî politikalar böyle bir netice doğuruyor. Öyle olmasa, zenginler zengin olmaya, ‘fakir’ler de ‘daha fakir’ olmaya devam eder miydi?
Elbette, gelir dağılımındaki adaletsizlik sadece Türkiye’nin meselesi değil. Bütün dünyada bu problem yaşanıyor. Aslında huzur ve sükûnun en büyük engeli bu adaletsizliktir. Zengin ile fakir arasındaki uçurum büyümeye devam ettikçe, Türkiye ve dünyada huzura kavuşmanın mümkün olmadığını kabul etmeliyiz.
Dikkatleri çeken başka bir konu daha var: Bilhassa büyük şehirlerde, sanayi ve yatırım yerine ‘tüketim’e hitap eden büyük alışveriş merkezleri açılıyor. Nisbeten ‘fakir’ kabul edilen semtlerde bile ‘AVM’ler ya da ‘Towers’lar açılıyor. Bu arada, ‘ultra zengin’lere hitap eden ‘site’lerin sayısındaki artış da dikkat çekici. On milyonlarca kişi geçim sıkıntısıyla karşı karşıya iken, bunların yapılması ve hepsinin de müşteri bulması, adaletsiz gelir dağılımının çarpıcı bir örneği değil mi?
Küçük esnaf ve sanatkârlar, dükkân kirasını çıkarmakta zorlanırken, büyük holdinglerin yüzde 50’leri aşan yıllık kâr yaptıklarını açıklamaları da manidar değil mi?
Son yıllarda en çok kâr eden sektörlerin başında bankacıların gelmesi de her halde tesadüf olmamalı. Meselâ bir banka, geçen yıl net kârını yüzde 57 nisbetinde arttırdığını ilân etmiş. (Vatan, 13 Mart 2008) Bunca ekonomik sıkıntıya rağmen, bir bankanın bu nisbette kâr elde etmesi sadece onun ‘çalışkanlığı’ ile açıklanabilir mi? Elbette başka bankalar da buna yakın nisbetlerde kâr etmişlerdir. Peki, mahallemizdeki bakkal, esnaflık yapan komşumuz, caddemizdeki tekstil firması, şehrimizdeki sanayî tesisi bu nisbette kâr edebildi mi?
Bu göstergeler bir şeylerin yanlış yapıldığını hatırlatmalı. Aynı gemide yolculuk edenler, ‘tasada ve kıvançta’, rahatta ve zahmette ortak olmalıdırlar. Herkesin bildiği gibi, ‘biri yer, biri bakar’ ise o gemide huzur ve sükûn mümkün olmaz. ‘Rant’ yoluyla kolay yoldan zengin olmanın cazip gösterilmesi, yatırımcıları da bu yola sevketmektedir.
Güya yatırım niyetiyle yurt dışından Türkiye’ye gelen paraların da bu sektörlere gitmesi ayrı bir handikap. Bu anlamda, bankacılık sektörünün neredeyse yarısını ‘yabancı yatırımcılar’ın elinde olması hayra alâmet değil. Türkiye, ‘rant’ yoluyla kolay yoldan para kazanılan ve milyonların git gide fakirleştiği bir ülke olmamalı.
Gözümüz yok, patronlar daha da zengin olsun; ama bu zenginlikten ‘fakir’ler de pay alsın. Bunun en sağlıklı yolu da ‘zekât’ köprüsünü tesis edebilmektedir.
“Çare ararken yine ‘din’ dediniz!” şeklinde itiraz ileri sürmeyi düşünenler çıkacaksa, lütfen varsa ‘din dışı’ makul çarelerini sıralasınlar...
15.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|