Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Vehbi HORASANLI

Belâlara maruz kaldığımızda ne yapmalıyız?



Bediüzzaman, her musibetin içinde bir nimet bulunduğunu bildirerek “daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti” görmemiz gerektiğini söyler.

Eğer “Ben ne için bu hale giriftar oldum, bu sıkıntı bana niçin verildi?” diye isyan eder bir hâle girersek, belâ ve musibetler daha da büyür. Özellikle hastalık gibi hallerde merak ettikçe dert büyür, adeta şişer. Psikosomatik hastalıklar denilen rahatsızlıklara yol açar ki, böyle bir hâl dertlerin daha da derinleşmesine, acıların daha da artmasına yol açar.

İnsan musibetlerle karşı karşıya kaldığında bunu bir “İlâhî iltifat” olarak kabul etmelidir. Zira Rabbimiz bizi terbiye ediyor. Bazen imtihan dünyasında yaşadığımızı unutuveriyoruz. Hâlbuki “emanet-i kübra” adı verilen ve büyük varlıkların tahammülünden aciz kaldıkları imtihan ile karşı karşıyayız.

Cennet ucuz olmadığı gibi Cehennem de lüzumsuz değildir. Cennete gidebilmek için sabretmeye mecburuz.

Eğer bir musibet isabet ederse, “Allah için yaratıldık ve yine O’na döneceğiz” hakikatini unutmamalıyız. Başa gelen belâların hepsinin daha büyükleri olduğunu düşünüp “Bu da geçer ya hu” demek zorundayız. Bir kolu kırılan, iki kolu kırık olanı görmeli; tek gözü görmeyen, iki gözü görmeyene bakıp şükretmelidir.

Anne ve babalar çocuklarına bazen ceza verirler. Niçin? Onlara eziyet etmek için mi? Elbette hayır, yapmış oldukları yanlışı tekrarlamamaları için. İşte başımıza gelen musibetlere daima bu gözle bakmalıyız. Bizleri terbiye eden Rabbimize asla isyan etmemeliyiz. Zira mülk O’nundur, dilediği gibi hükmetmek yine O’na aittir.

Zaten lezzetler geçip gider, ardında elem izleri bırakırlar. Hâlbuki geçmiş elemler insana “oh” dedirtirler. “Gençken şöyle iyiydik, böyle eğlenirdik” diyen herkeste bir burukluk, “Eskiden şöyle belâlara maruz kaldık, şöyle sıkıntı çektik, böyle cefa gördük” diyenlerde ise ferahlık vardır. Zaman akıp gittiğine göre eğer sabredilirse başımıza gelen bu musibet de aynı sonucu verecektir. “Oh, iyi ki sabretmişim, işte elemi gitti lezzeti kaldı” diyebilmek için sabretmeli ve imtihan olunduğumuz şuurunu daima hissetmeliyiz.

Sadece kendimiz için değil bütün varlıklar için durum bu şekildedir. Taş, toprak, “Ben neden canlı değilim” veya bitkiler, “Ben neden hareket edemiyorum” demeye hakları yoktur. Zira her şeyi yoktan var eden Allah, kimseye borçlu değildir.

Her varlık, kendinden bir alt derecedeki varlığa bakıp şükretmelidir. Çünkü kendi kendilerine olmadılar. Sebepler de kendilerini yaratmaktan acizdir. O halde her şeyin yaratıcısı olan Allah’a daima şükretmeli, verdiği nimete nankörlük etmemeliyiz.

Hassaten, biz insanlar bütün varlıklardan daha çok şükretmek zorundayız. Yokluk karanlıklarından gelip var olduk. Taş toprak gibi cansız olarak değil, canlı olarak yaratıldık. Bitki ve hayvanlar gibi değil, düşünen bir şuurlu varlık olarak doğduk. Ama hepsinden daha önemlisi Müslüman bir anne ve babanın çocukları olarak gözlerimizi açtık. Nereden gelip nereye gittiğimizi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Peygamber’den (asm) duyduk. Milyarlarca insanın mahrum kaldığı güzel duygu ve hasletleri dinimizden öğrendik.

Şimdi ise küçücük bir sıkıntıdan, basit bir musibetten vaveylâ ediyoruz. İnsanları Rabbimize şikâyet etmemiz gerekirken, hâşâ, Rabbimizi bizi imtihan ettiği için insanlara şikâyet ediyoruz. Böyle bir davranış bir insana, hele hele bir Müslüman’a asla yakışmaz.

Evet, her daim Allah’a şükretmek zorundayız. Eğer şükreder isek, Allah daha âlâsını verir. Yok, eğer nankörlük edersek dünyada elem, ahirette ise azap çekeriz.

Bakın atalarımız nasıl demiş:

Hak belâ vermez, kul azmayınca.

Kul belâ görmez, Hak yazmayınca.

Demek ki her şeyin sahibi Allah’tır. Dilediğine bu dünyada sıkıntı verir “keffâretü’z-zünub” olup ahirete bir şey kalmasın diye. Dilediğine nimet verir, şükrünü görüp ziyadeleştirsin diye.

Rabbimizden altından kalkamayacağımız yükleri, zayıf vücudumuza yüklememesini ve şükür ile imtihan edilmeyi niyaz ediyoruz…

18.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (19.02.2008) - Bu kadar öfke ve gürültü neden?

  (17.02.2008) - Namaz vakti girince

  (12.02.2008) - Ahirzamanda ihtiyar kadınların dinlerine tabi olunuz

  (10.02.2008) - Yeni bir savaş tekniği

  (09.02.2008) - Yangın üzerine

  (29.01.2008) - “Bahriyede 15 Yıl” kitabı

  (22.01.2008) - Denizcilikte 2008 tahminleri

  (18.01.2008) - Ortadoğu’nun geleceğini kurtaracak proje: Şark Üniversitesi

  (02.01.2008) - Denizcinin tanımı

  (01.01.2008) - Yılbaşının hatırlattığı

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri