Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın “AKP’yi kapatma davası”, Ankara’da deprem etkisi yaptı. Öylesine ki bu deprem, Ankara’daki orta şiddetli gerçek depremi gölgede bıraktı… Ancak, tam da demokrasiyi katleden darbelerle temel siyasî yapının tahribinin tartışıldığı bir dönemde, kamuoyunun yeniden parti kapatılmaya odaklandırılması, bir çok istifhama yol açmakta.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerinin ve en son 28 Şubat “postmodern” darbesinin tartışıldığı, muhâfazakâr “merkez sağ”ın dağıtıldığı bir süreçte, Başkentte patlatılan bu “bomba”nın arka plânı oldukça karmaşık. Bu durum, herşeyden önce Bediüzzaman’ın çok partili siyasî dönemin başında yaptığı “bu vatanda dört parti var” tespitinde belirlenen siyasetin geleneksel ve gerçekçi tabîi zemininin darbelerle parçalanıp dağıtılmasının, siyaseti ne denli sıkıntılara sürüklediğini ortaya koymakta. Zorlamalarla siyaseti rayından saptırma senaryolarının demokraside, maddî ve mânevî kalkınmada nasıl bir siyasî kargaşa ve kaosa ittiğini ortaya koymakta.
Ve “din adına siyaset” zihniyeti üzerine kurulan siyasî partilerin “en ılımlısı”nın da bu bahanelere karşı ne denli kırılgan ve “teşne” olduğunun âdeta ispatı olmakta.Halkın yüzde 60-70’inin “tam mütedeyyin” olması şartıyla ancak kurulabilip “siyasetin başına geçebileceği”, aksi takdirde daha baştan yanlışla başladığı için halka rağmenci antidemokratik zihniyete kuvvet verdiği tespiti bir defa daha doğrulanmakta. Bu haliyle dine ve dindarlara zarar verip, siyaset dışı mihrakların değirmenine su taşıyacağı gerçeği bir defa daha olaylarla su yüzüne çıkarmakta…
* * *
Görünen o ki tıpkı savaşların şekil değiştirdiği, işgal ve sömürgeciliğin “demokrasi ve özgürlük” paravanında dayatıldığı gibi, yeni yüzyılda darbelerin tarzı da değişti. “Helâket ve felâket asrı”nda, nifak perdesi altında fesad ve ifsatla iş gören bozguncu şebekeler, inanç ve mânevî esaslara “yenilik”, “değişim”, “çağdaşlık” ve hatta “ılımlılık” perdesinde ilişmeleri misali, demokrasi darbeleri de artık perdeli… Demokrasi darbeleri artık çeşitli “maskeler”le dayatılmakta; sinsî ve sahte uyduruk “gerekçeler”le perdelenmekte…
Anayasa Mahkemesi’nin ön inceleme yapıp iddianâmeyi kabul etmesi, ardından AKP’den bir ay içinde ön savunma istemesi, Başsavcılığın esas hakkındaki görüşü, sözlü savunmalar, raportör raporları ve Mahkemenin nihaî görüşmeleri, yaklaşık bir yıl sürecek… Ancak bu süreçte Başsavcının iktidar partisine, 60 klasörlük delillerle “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” gerekçesiyle açtığı davanın, kimin işine yaradığı sorusu hep sorulacak.
Global ekonomik krizle, carî açık ve hesapları tutmayan enflasyonla içte ekonominin “tehlike” sinyalleri verdiği, yeni “sosyal güvenlik yasası”nın kitleleri sokağa düşürdüğü, en son Pektim ve Tekel’de olduğu gibi özelleştirme ihâlelerinin Amerikan-İsrail- İngiliz Yahudi şirketlerine peşkeş çekildiği iddialarının ayyuka çıkmasıyla siyasî iktidarın zor bir kavşağa girdiği bir sırada, hem de Başbakan’ın Güneydoğu gezisi öncesinde açılan “kapatılma davası” doğrusu düşündürücü…
Ve Başbakan’ın ta İspanya’dan “velev ki siyasî simge de olsa” söylemiyle başlatılan yasadışı yasağı yasayla kaldırma yanlışlığının bir defa daha çıkmaza ve çözümsüzlüğe girmesiyle hükûmetin sorunları çözmede başarısızlığının görüldüğü bir esnada, “kapatma davası” iktidar partisine tam bir “can simidi” olmakta...
* * *
Zira “kapatma davası”yla, baştan beri inanç ve mânevî değerlere dair hak ve özgürlüklerdeki gevşeklik, tâviz ve çekingenliklerle dolu siyasî zafiyet gündem dışı kalmakta. Yeni anayasanın rafa kaldırılması, AB uyum yasaları çerçevesindeki demokratikleşme ve özgürlüklerin geliştirilmesi, düşünce ve ifâde hürriyeti önündeki engellerin kaldırılması askıya alınmakta. Hatta sınırötesi harekâta “Amerikan istihbarat desteği”nin desteğin arkasındaki “beklentiler” ve “pazarlıklar” konusu bile gündemin gerisine itilmekte…
Bazı uyduruk bahanelerle herhangi bir siyasî partiyi, hele bir iktidar partisini “kapatma teşebbüsü”, elbette demokrasiye yakışmayan vâhim bir tablo. Hangi gerekçeyle olursa olsun elbette ki bunun kabul edilmesi mümkün değildir. Bütün siyasî partilerin, demokrasi taraftarlarının, eveleyip gevelemeden bunun karşısında yer almaları vazgeçilmez bir vecîbedir.
Ne var ki 2002 seçimleri öncesi AKP’ye “kapatılma” davası açılıp Erdoğan’ın yeniden DGM’ye çağrılması benzeri, bu kritik dönemdeki “kapatma davası”nın büyük avantaj sağlanması, soru işâretlerine yol açıyor. Tıpkı Siirt’te okuduğu bir şiirden dolayı ceza alarak “mağdur” duruma düşürülmesiyle tek başına iktidarla Başbakanlığa uzanan siyaset yolunun açılması gibi…
Bu bakımdan Başbakan Yardımcısı Şahin’in, daha şimdiden “Yerel seçimler öncesinde Anayasa Mahkemesi var; bu dâvâyla yüzde 50’nin üzeride oy alarak çıkacağız; bu imkânı bize sağlayanlara teşekkür ediyoruz” demesi oldukça anlamlı… Sahi “kapatma davası”, AKP’yi “mağdur” duruma düşürmek için mi?
18.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|