Dindar bir ailenin çocuğuydu Kübra. Dinî kitapları okuyarak az da olsa kendini yetiştirmişti. Lisede iken de fırsat buldukça namazlarını kılar, ev ve okul dışında da başını örterdi.
Yüksek okulu kazanmasına annesi de, babası da çok sevinmişti. Ne var ki, ailesinin maddî durumu çok iyi olmadığından, babası kara kara düşünüyordu. Kübra artık büyük bir şehirde tahsil yapacaktı. Babası, gerekli masrafı nereden ve nasıl temin edecekti? Köyde başlarını sokacakları bir evleri, bir-iki dönüm tarlaları, beş-on tane hayvanlarından başka bir şeyleri yoktu.
Babasının maddî durumunu Kübra da kafasına takmış olmalı ki, bir sabah, kahvaltıda: “Baba, maddî durumumuzu biliyorum. Binbir sıkıntıyla liseyi ancak okutturabildin. Ankara gibi bir yerde beni nasıl okutacaksın?” deyince, babası: “Kızım, sen onu hiç merak etme. Yeter ki sen oku. Gerisi kolay. Allah yardım eder elbette. Daha da olmasa, ineğimi satarım, tarlamı satarım, yine de seni okuturum” deyince Kübra babasının boynuna sarılarak öptü ve “Benim biricik babam” diyerek rahatladı.
Ve okullar açıldı. Kübra, Ankara’nın yolunu tuttu. İlk defa gurbete çıkmanın hüznüyle evden ve akraba çevresinden ayrılmak Kübra için kolay olmasa da, okuyup iş güç sahibi olmayı gâye edinen bir insan için başka bir çare de yoktu. Bütün zorluklar, uyumsuzluklar, sıla hasreti bir tarafa, daha okulun ilk haftasında Kübra’nın moralini alt üst eden bir durum vuku bulmuştu. Fakülte yetkilileri, Kübra’ya; “Başını açacaksın, yoksa bu okulda okuyamazsın...” tebliğinde bulundular.
Bu üzücü durumu telefonla babasına duyuran Kübra, babasından mânevî destek beklerken, onun “Kızım, bunun için üzüntüye, strese niçin giriyorsun? Hocaların doğru söylüyor, okumak istiyorsan başını açacaksın. Başörtünle okumanı elbette sen de, biz de isteriz. Ama görüyorsun ki, senin ve bizim istememizle olmuyor. Onun için istemeyerek de olsa, geçici bir süreliğine başını aç, okuluna devam et...” sözlerine muhatap oldu.
Babasının tavsiyesi üzerine okulda başını açan Kübra’nın psikolojisi bozulmaya başladı. Vicdanı, onu içten içe rahatsız etmeye başlayınca tekrar babasını arayarak; “Babacığım, çok huzursuzum. Okula bir kaç gün başı açık gittim; üzüntüden, vicdan azabından kahroluyorum. Bu konuda siz de bana destek olmuyorsunuz. Ne olur bana kızmayın, okulu bırakmayı düşünüyorum” dedi.
Babası bu defa sert bir şekilde; “Kızım, deli mi oldun sen? Hiç okul bırakılır mı? Ayağına gelen bir şansı tepiyorsun. Seni okutmak için tarlamı sattım... Annenle de durumu konuştuk, o da başını açıp okumanı söylüyor. Dışarıda, evde örtün, ama okulda hocalarının dediğini yap, tamam mı güzel kızım...”
Bundan sonra dışarıda kapalı, okulda başı açık olarak okumaya devam etmeye karar veren Kübra, haftalar, aylar geçtikçe belki de hiç farkında olmadan, okul dışında da başı açık bir şekilde gezmeye başladı. Öğretim yılı ortalarına doğru, Kübra her yerde başı açık, hatta zaman zaman dekolte kıyafetlerle gezmeye başladı.
Günler çabuk geçip öğretim yılı bitmişti. Uzun bir yolculuktan sonra baba ocağına kavuştu. Annesi, en sevdiği yemekleri hazırladı. Beraberce yemekler yendi. Çaylar içilmeye devam edilirken, Kübra, anne ve babasındaki durgunluğu, neşesizliği fark etmiş olmalı ki, “Anne, babamla ikinizi durgun görüyorum” deyince, babası “Kızım, köye de bu kıyafetle gelinir mi? Dosta düşmana bizi rezil edeceksin. Okulda başını aç dediysek, böyle dekolte bir kıyafetle de köye gel demedik ya...” dedi.
Babasının bu konuşmasından müteessir olmuş bir ses tonuyla “Babacığım, ilk günlerde örtümü çıkarmamın, hayatımı cehenneme çevirdiğini biliyor musun? Bana yardımcı olacağınıza, bu keyfî zorbalığı uygulayan hocalarıma, sen de, annem de destek verdiniz. Bu durumda ben ne yapabilirdim? Köye bu kıyafetle gelmemin doğru olmadığını ben de biliyorum. Ama artık buna alıştım. Hergün farklı yerlerde başımı açıp kapatmaktan artık usandım” dedi.
Annesi, kocasına “Bey, bir bakıma Kübra doğru söylüyor. Başını açıp okumasını sen de, ben de istedik. Biz de bu konuda suçluyuz. Tek kabahatli Kübra değil” dedi.
16.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|