|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Hayır! Sana âyetlerim gelmişti de, sen onları yalanlamış ve büyüklük taslayıp kâfirlerden olmuştun.
Zümer Sûresi: 59
|
16.03.2008
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Müslümanların yolu üzerinden, onlara sıkıntı verecek şeyleri kaldır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 663
|
16.03.2008
|
|
Kanun namına kanunsuzluk edenleri cinayetle itham ediyorum
Ey ehl-i hall ve akd!
Acaba hiç mümkün müdür ki, yirmi beş sene evvel gazetelerin yazdığı gibi, bir makaleyle otuz bin adamı kendi fikrine çeviren ve koca Hareket Ordusunun nazar-ı dikkatini kendine döndüren ve İngiliz Başpapazının altı yüz kelime ile istediği suallerine altı kelimeyle cevap veren ve bidayet-i hürriyette en meşhur bir diplomat gibi nutuk söyleyen bir adamın yüz yirmi risalesinde dünyaya, siyasete bakacak yalnız on beş kelime mi bulunur? Hiç bir akıl kabul eder mi ki, bu adam siyaseti takip ediyor ve maksadı dünyadır ve hükümete ilişmektir? Eğer fikri, siyaset ve hükûmete ilişmek olsa idi, böyle bir adam birtek risalesinde sarîhan, işareten, yüz yerde maksadını ihsas edecekti. Acaba o adamın maksadı siyasetçe tenkid olsaydı, yalnız tesettür ve irsiyete dair eski zamandan beri câri bir iki düsturdan başka medar-ı tenkit bulamaz mıydı?
Evet, koca bir inkılâbı yapan bir hükûmetin rejimine muhalif bir fikr-i siyaseti takip eden bir adam, bir iki malûm maddeler değil, yüz binler madde-i tenkit bulabilirdi. Güya hükûmet-i cumhuriyenin yalnız inkılâbı bir iki küçük meseledir! Bende onu hiçbir tenkit maksadım olmadığı halde, eskiden yazdığım bir iki kitabımda zikrettiğim bir iki kelime varmış diye “Hükûmetin rejimine ve inkılâbına hücum ediyor” denilmiş. İşte ben de soruyorum: Böyle en ednâ bir cezaya medar olamayan ilmî bir maddeye koca bir memleketi meşgul edip endişe verecek bir şekil verilir mi?
İşte beni ve beş on dostlarımı bu âdi ve ehemmiyetsiz cezaya çarpmak, umum memlekette aleyhimize bir şiddetli propaganda ve milleti korkutup bizden nefret ettirmek ve Dahiliye Nazırı Şükrü Kaya, mühim bir kuvvetle, Isparta’da birtek neferin göreceği işi görmek için, yani beni tevkif etmek için Isparta’ya celb edilmesi ve Hey’et-i Vekile Reisi İsmet, vilâyet-i şarkiyeye o münasebetle gitmesi ve iki ay benim hapiste bütün bütün konuşmaktan men edilmem ve bu gurbette kimsesizlikte hiçbir kimsenin halimi sormak ve selâm göndermesine meydan verilmemesi gösteriyor ki, dağ gibi bir ağaçta nohut gibi birtek meyve bulundurup mânâsız, hikmetsiz, kanunsuz bir vaziyettir ki, değil hükûmet-i cumhuriye gibi en ziyade kanunperest ve kanunî bir hükûmet, belki hikmetle iş görmek mânâsıyla hükûmet namı verilen dünyada hiçbir hükûmetin işi olamaz.
Ben hukukumu kanun dairesinde istiyorum. Kanun namına kanunsuzluk edenleri cinayetle itham ediyorum. Böyle cânilerin keyiflerini elbette hükûmet-i cumhuriyenin kanunları reddeder ve hukukumu iade eder ümidindeyim.
Şuâlar, s. 394
|
16.03.2008
|
|
Hepimiz, Risâle-i Nurlara muhtacız
Yirminci yüzyıl, hiç şüphesiz teknoloji ve ilimde büyük bir atılım yaşanmasına sebep oldu. Fakat savaşların, kan ve gözyaşının da yüzyılı oldu. İnsanlık, tarihte böyle bir felâket asrı daha yaşamadı.
Avrupa, cinayetler yüzyılını geride bıraktı. Ortadoğuda ve İslâm coğrafyasında kan ve gözyaşı hiç eksik olmadı. Peki neden?
Artık bütün dünya, ‘Osmanlı modeli’ bir adalet anlayışı bekliyor. Evet Osmanlı, üç kıt'ada milletleri barış içinde yaşattı. Fatih’in, yanyana mahkemeye çıktığı Hıristiyanın torunları şimdi ‘hak, hukuk’ dersi verme peşinde. Tabiî ki Osmanlı Devletinin geri gelmesi mümkün değil. Ama Osmanlı insanını, Osmanlı misyonunu tesis etmek mümkün.
Peki bu, nasıl ve neyle mümkün olabilir? Çareyi kafanızda canlandırdığınızdan eminim. İnsanlığa gönderilmiş en büyük hediye olan Kur’ân-ı Kerim ve onun tefsiri olan Risâle-i Nur prensipleriyle...
Olumsuz görülen şartlara rağmen, Risâle-i Nur’un verdiği müjdelere göre, küfrün müstahkem kaleleri yıkılmıştır.
İslâmı örnek alarak yaşayanlara ‘gerici’ diyenlere, rahmetli Cemil Meriç’in şu sözleri bir bakıma cevaptır: “Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.”
Bir öğrenci, haksızlığa karşı korkusuzca karşı koyan gözüpekliğe sahip olur; bir genç, çağımızın zalimlerine ‘Kılıç kesmez, el keser’ ve aynı zamanda ‘Zalimler için yaşasın cehennem’ diyebilecek, ölümün inananlar için bir terhis tezkeresi olduğunu söyleyebilecek kadar nurlardan istifade edebilirse, küfür kaleleri de çatırdayarak yıkılır...
Genç nesillerin, bolşevik ‘baykuş’larının fikirlerine kapılmamaları uğruna hem bu dünyasını, hem de öteki dünyasını feda etmekten çekinmeyen büyük İslâm kahramanının eserlerini daha fazla okuyabilmek ümidiyle…
|
Mustafa Kork
16.03.2008
|
|
Bahtiyarların buluşma noktası: Ulus-27
Aslında mekân ve zamanlara yüklenmiş bir kudsiyet yoktur. Yaratılış itibariyle hepsi aynıdır. Mekânlar ancak orada yapılan faaliyet ve hizmetlerle değer kazanır. Tarihimizde bazı yerler daha kolay hatırlanır. Bazı unsurlar sembol olmuştur. Meselâ, Ayasofya denince aklımıza İstanbul’un fethi gelir. 622 yılı içinde belki çok olaylar olmuştur. Ama bunlar içinde Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicreti ayrı yer tutar.
Ulus-27, Risâle-i Nur hizmetlerinde önemli bir geçmişe sahiptir. Nur talebelerinin yarım asırdan fazla hafızalarında yer tutmuştur, tutmaya da devam etmektedir. Ulus-27’de nurun kahramanları bir araya gelmişler, hizmetleri burada konuşmuşlar. Ulus-27, bahtiyar insanların buluşma noktası olmuştur. Bu mekânda hatırladığım kadarıyla en uzun süreli Bayram Ağabey kalmıştır. Diğer ağabeylerin de elbette ki uğrak yeridir. Ev üç katlı olmasına rağmen nur hizmetlerinin deruhte edildiği yer giriş kattır. O günkü hâliyle tahminen 50 m² civarında sobalı bir evdir. İçerideki eşyaları bir at arabası taşıyacak kadar azdır. Yerler halı ve kilimle kaplanmıştır. Salon diyebileceğimiz odada ot yastıklar sıralanmaktadır. Duvarlarda Risâle-i Nur’dan veciz sözlerin yer aldığı levhalar bulunmaktadır. Mekân küçük olduğundan ısınma problemi pek yaşanmazdı. Üst katlarda hacı anne dediğimiz ev sahibi otururdu. Ara sıra hacı annenin sesini duyardık.
Fırsat buldukça uğradığım Ulus-27’de başta Bayram Ağabey olmak üzere Zübeyir, Sungur, M. Türkmenoğlu, M. Emin Birinci, M. Fırıncı, Tahirî Ağabeyleri tanımak ve sohbetlerini dinlemek nasip oldu.
Ulus-27’de yıllarca ihyâ edilen kandil gecelerine katılmak nasip oldu. Ankara’nın nur cemaati mübarek gecelerde bu medresede toplanır, ama yine de dolduramazdı. Sabahlara kadar Kur’ân, Cevşen, Risâle okur, kaza namazları kılardık. Bayram Ağabey bazen bizlere Üstadın yamalı cübbesini giydirirdi. Biz de huşu içinde namazlarımızı kılardık. Yeni bir kandil gecesinde buluşmak temennî ve duâsıyla vedalaşırdık. Sabah namazını kılıp kaldığımız evlere yürüyerek giderdik. O günler çok defa otobüs ve dolmuşların henüz çalışmaya başlamadığı saatlerdi. İnsanların yollara dökülmediği saatlerde gecenin artan tefekkürlerine devam ederdik.
Aradan yıllar geçti...
Ulus-27’nin mülk sahipleri rahmetli oldu.
Bayram Ağabey, Isparta’ya taşındı. Nurların ilk yazıldığı ve çoğaltıldığı yere geri döndü.
O yıllarda nur talebelerini sayabilirdik. Çünkü sayılacak kadar azdı. Gördüğümüzde hemen isimlerini söyleyebilirdik. “Biz kırk kişiyiz, birbirimizi tanırız” derler ya. İşte onun gibi bir şey. Nur cemaati Ulus-27’ye sığmaz olmuştu. Yeni katılanlar oldu, yeni mekânlar tutuldu. Oralar da kâfî gelmedi.
Şimdi...
Ulus-27 yine ayakta. Bina güzelce restore edilmiş. Bahtiyarlar aynı mekânda buluşmaya devam ediyor. Haftanın günleri yine dopdolu. Namazlar kılınıyor, nur dersleri yapılıyor, çorbalar, çaylar içiliyor. Nura gönül verenleri aynı heyecanla, aynı şevkle görmek mümkün. Vazife başında kimler mi var?
Nureddinler, Cevadlar, Hüseyinler, Ahmetler, Mehmetler, Ömerler, Aliler, Samiler...
Bu mekânın yeni gönüllülerinden isimlerini hatırlayabildiğim bazıları. Onlar aralarında görev bölümü de yapmışlar. Ne zaman, ne yapacaklarını gayet iyi biliyorlar. Gemi personeli gibi. Hizmette kusur yok, hizmette sınır yok. Ömrünün sonuna kadar yaz-kış, soğuk-sıcak demeden her şartta Ulus-27’ye hizmet için koşan merhum Süleyman Tetik Ağabeyi ve şu anda isimlerini yazamadığım diğer ağabeyleri burada rahmetle anıyorum.
Ulus-27 dâvâya gönül vermişlerin mekânı olmaya devam ediyor. Bu mekân dile gelse de kimlere, nelere şahitlik ettiğini bir bir anlatsa. Fırsat buldukça uğrayıp mânen geçmişe yolculuk yapıp hatıralarımı tazeliyorum. Hayatlarının ikinci baharlarını yaşayan ağabeyleri gördükçe şevk alıyorum. Allah şevklerini arttırsın. Duâlarında bizleri de unutmasınlar.
|
Ahmet Özdemir
16.03.2008
|
|
Gidiyoruz yollarda biz
Geldik bu güzel âleme
Gidiyoruz yollarda biz
Bu âlemde biraz kalıp
Gidiyoruz yollarda biz
Nice kimse bak yollarda
Köy, kasaba, yaylalarda
Her mevsim, kış ve baharda
Gidiyoruz yollarda biz
Düşün sen bin kere şükret
Bulduk burda nice nimet
Gerekli hep değer kıymet
Gidiyoruz yollarda biz
|
İsa Yakan
16.03.2008
|
|
|
|