Ankara Baro Başkanı iddianameyi, ‘özensiz ve gayri ciddi’ olarak nitelendirmiş. Dolayısıyla çokları iddianameye ihtarname çekti. Başsavcı Yalçınkaya ise ‘takdir hakkımı ve yetkimi kullandım’ diyor. Olabilir ama takdir yetkisi doğru-yanlış kategorisinin dışında değildir. Bazı eski tüfekler de savcının bu hükmüne katılıyorlar. Sayısal çoğunluk mu büyük yoksa hukuk mu diye soruyorlar. Bu aslında bir nevi tavuk-yumurta hikâyesi. Kim kimden çıkar?
Bu bir zamanlar ordu millet tartışmasına da benziyor. Bazıları meseleyi makus çevirerek, ‘millet ordunun malıdır” tezini seslendirmiş ve hükmüne varmıştı. Yani orduyu halkın kaynağı olarak gören bir zihniyet vardı. Celâl Şengör gibilerin böyle düşündüğüne elbette şüphe yok. Buna mukabil, Oktay Ekşi gibiler de aynı bağlamda, ‘demokrasinin kaynağı hukuktur’ diyorlar. Ben her zaman Ankara mezhebinin mesleğinin mugalata olduğunu söylüyorum. Mugalatadan hiç vazgeçmiyorlar. Peki hukukun kaynağı nedir? Millet değil midir? Yasamanın kaynağı millet olduğuna göre hukuku hamur veya macun gibi istediği gibi evirip çevirebilir. ‘Ama bir de devrim süreciyle kazanılmış haklar var bunlar da anayasanın dibacesinde’ diyorlar. Kanadoğlu ve Vural Savaş gibiler böyle söylüyor. Ve başörtüsü tartışmalarını da bu kapsama sokuyorlar. Bazıları daha da ileri giderek “yüzde 95’le de gelseler muktedir olamazlar” diyorlardı.
Burada her ne kadar hukuk üzerinden bir tartışma yapılıyorsa da bu mugalatadır. Burada hukuk, gücün yerine kullanılıyor. ‘Halk istese de mer’i hukuku değiştiremez ve halk mahkûmdur’ anlayışı var. Bunun için de onların nazarında yüzde 47’nin de yüzde 95’in de nominal değeri vardır. Dolayasıyla burada hakem kesinlikle hukuk değildir. Zira hukukun kaynağı en azından mer’i sisteme göre halktır. Hukukun bekçisi halk olduğuna göre dibacenin bekçisi kimdir? İşte kendi kendilerini rejimin bekçiliğine atamış bir zümre var. Kimileri bu zümreye derin devlet de diyorlar. Öyleyse hakem, jakoben cumhuriyet anlayışının ve ideolojik azınlığın bir ruhu olarak güçtür. Hukuk ise sadece onun kılıfıdır. Bundan dolayı da dünya, onaylamak bir tarafa olan bitene kavramakta bile güçlük çekmektedir. Dolayısıyla hukuk diye karşımıza çıkmaları bir garabet örneğidir. Hukuk, kaynağını yok farzedebilir mi? Burada bir takım tabular üretilerek hukukun kaynağı yok farzediliyor. Başörtüsü gibi meseleler yatay bir surette laiklik ilkesine bağlanıyor.
***
Ve dâvâ her cihetle gayrı ciddidir. Bunun için fazla uzağa gitmeye lüzum yok. Ortada BOP gibi olmayan, heyula; adı olan kendisi olmayan bir teşekkülden dolayı başbakan suçlanıyor. Bu da iddianamenin arkasındaki unsurların gerçekten ziyade hayâle dayandığını gösteriyor. Abdullah Gül’ün de siyasî yasaklılar kapsamına alınması da böyle bir şey. Zira iddianame Gül Dışişleri Bakanı iken yani 6 ay önce hazırlanmış. Sonra alelacele düzeltilmeden servise konulmuş. Bu durumda, Kezban Hatemi, Haluk Özdalga gibiler hukukî sürecin gayrı ciddiliğinden dolayı iddianamenin kaynağına dâvâ açılmasını talep ediyorlar. Bu da yetmez. Piyasalar böyle bir iddianame ile velveleye ve çalkalanmaya bırakıldığından ve bunun sonucunda muazzam bir ekonomik kaçak ve kayıp mevzubahis olduğundan zarar gören çevreler ve mağdurların da yasalar önünde haklarını aramaları tabiidir. Eğer ciddiyetsizliğin üzerine pür ciddiyetle gidilirse Türkiye’de adam olur. Belki istenmeyen süreçten bir hayır doğar, sistem ve hukuk pekişir. Ve ülke saat gibi işleyen bir mekanizmaya kavuşur. Dâvânın görülür iki gerekçesi var. Bunlardan birisi, Akın Birdal gibilerine göre Ergenekon gibi yasadışı çeteleşmeler ve oluşumlar üzerine gidilmesidir. İkinci sebep de, başörtüsüdür. Ama bu dâvâda yine AKP’ye yarayacaktır. Sebebine gelince yine tek iddialı olduğu ekonomi alanında giderek kan kaybederken, çökme sinyalleri verirken yine iddianame ile birlikte mesele dinî zemine çekilmiş ve AKP’ye toparlanma imkânı bahşedilmiştir. AKP öldükçe küllerinden diriltiyorlar. 22 Temmuz seçimleri böyle bir atmosferin ürünüdür. AKP yine mağdurları oynayacaktır. AKP’ye esneme fırsatı bile tanımıyorlar. Tam gevşeyeceği bir sırada toparlanmasına hizmet ediyorlar ve erime sürecini tamire koyuluyorlar. Buradan bakıldığında insan ister istemez sormadan edemiyor: Bu dâvâyı açanlar bilerek veya bilmeyerek AKP’nin ekmeğine yağ mı sürüyorlar? Bunlar gerçekten de gizli AKP’li sayılabilir mi? Zira muhalif suretinde AKP’ye çalışıyorlar. Halkı galeyana getirerek onun zeminini tahkim ediyorlar.
***
Mesele çok yanlış bir zemine çekildi. Maalesef Türkiye’de kavga gerçekler üzerinden değil algılama üzerinden yapılıyor. Başka bir tabirle ifade edecek olursak, kavga İslâmcılarla gayri İslâmcılar arasında değil bir manada tabir caizse ‘ex müslümanlarla’, ‘ex İslâmcılar’ arasında. Bununla birlikte, neden tahammülleri çok az? Meseleye çok sığ ideolojik bir zaviyeden baktıkları için. İdeoloji insanların akıllarını perdeler. Gerçekleri görmesine engel olur. Adı ‘gizli AKP’ci’ye çıkan NYTimes’ın Türkiye temsilcisi Sabrina Tavernise yine iddianame üzerine aynı kesimleri kızdıracak bir makale kaleme almış ve şunları söylüyor: “İktidar partisine laik çevrelerden sert darbe. Yargı, laik çevrelerin kontrolündeki tek devlet ayağı...” Sabrina’ya göre olayın fotoğrafı şu: Tek ayaklı darbe teşebbüsü.
Ne diyelim Allah encamımızı hayreyleye...
18.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|