Yargıtay Başsavcısının açmış olduğu AKP’yi kapatma dâvâsı birçok yönden ele alınabilir. Bu elbette ki bir darbe süreci. Silâhsız bir darbe. Fatih Güllapoğlu’nun Tanksız Tüfeksiz Harekât adını verdiği bir harekât şekli. Başsavcının, amiri hükmündeki cumhurbaşkanlığı makamını da içine alan 71 kişi hakkında siyaset yasağı istemesi de her şeyden önce bir pervasızlık olsa gerektir. Bir nevî 27 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı muhafız alayındaki askerlerin Celâl Bayar’ı tutuklamalarına benziyor. Gerçekten de acı. Bununla birlikte, bu süreç 28 Şubat sürecine benziyor. Biraz daha hafifiyle. 28 Şubat hilâfına basında cılız destek bulabiliyor. Dünyadan ise hiç yok. Hatta şaka zannediyorlar. Bununla birlikte, süreç içinde daha da katı hâle gelebilir. Yani diyalektik bir süreçten geçiyoruz. Herkes eteğindekileri dökecek. Bundan dolayı Türkiye uzun soluklu bir mücadeleye hazır olsun. Bununla birlikte, başbakanın ilk konuşmaları metanetini gösteriyor. Zaten yenilgiyi kabullenmek, yenilmektir. Bununla birlikte, olayın en üzücü tarafı bir partinin kapatılması veya diğerinin açılması değildir. Bu badirelerde olan hep halka oluyor. 28 Şubat sürecinin enkazını henüz kaldıramadık. Halk ve içtimaî doku telâfisi yılları alacak belki de tamiri mümkün olmayacak tahribata uğradı. Toplumsal doku zayıfladı. 28 Şubat sürecinde ülke hem ekonomik, hem de sosyal anafora ve buhranlara kapıldı. Ekonomi soyuldu ve talan edildi. Zaten bu buhranlar tekrar Milli Görüş’ün evrilmiş veya başkalaşmış bir devamını iktidara getirdi. Eğer AKP’nin başkalaşması suç ise aslında bundan da yine darbeciler sorumludur. Refah Partisini beğenmedikleri için ona darbe yaptılar, ama mutasyon geçirmiş hâlini de beğenmiyorlar. Öyleyse bunlar neyi beğenecekler?
The Guardian gazetesinin tabiriyle seküler fundamentalistler neyi beğenir ve neden hoşlanırlar? Kaynama veya tatmin dereceleri var mı? Başörtüsünün çene altından olanını mı emrederler yoksa hiç takılmamasını mı? Başörtüsünün kadın esareti olduğunu ileri sürüyorlar. Batıda bu söylemi ‘ex müslümanlar’ üretiyor ve paylaşıyorlar. Acaba arada bir benzerlik var mıdır? Peki takke ve sarık takan dindar erkekler nazarlarında nasıl bir görüntü veriyorlar? Onlar da başlarından güneş ışınlarını uzaklaştırarak kendilerine eziyet etmiyorlar mı? Acaba sarıkla onlar da kadınlar karşısında kendilerini küçük düşürmüyorlar mı?
Alev Alatlı gibilerin savunduğu teze göre, başörtüsü dinî bir şiar olmaktan çıkmış erkek egemenliğinin aracı bir kıyafet haline gelmiş. Bu durumda Sudanlıların genelinin yaptığı gibi, sarık veya takke takmak kadın karşısında ikinci sınıf olmayı mı temsil ediyor? Buna da bir kulp bulabilir ve Sudanlı erkeklerin keyiflerinden bu kıyafeti giydiklerini savunabilirler. Pekâla, İsrail’de kadınların başörtüsü takmasını unutmuşlar. Bazıları perukla idare ediyor. Ama erkekler özellikle Sabath günlerinde kippa giyiyorlar. Anaerkil Yahudi toplumunda bu neyi temsil ediyor?
***
Evet, Yargıtay Başsavcısının beklenmeyen bu hareketi şunu gösterdi: AKP’nin Milli Görüş’ten ayrılırken tutunduğu dalın veya söylemin veya gerekçelerin tutarsızlığını... Az gittik uz gittik; nihayet yine aynı noktaya geldik. Elbette bazı farklılıklar var. Konjonktürel değişim gibi. Ama rejimin reflekslerinde fazla da bir fark yok. ‘İdeolojik azınlık’ veya ‘jakoben cumhuriyetçiler’ içinden çıktıkları halkı beğenmiyorlar. Dolayısıyla Amerikan tarafının da işaret ettiği gibi yüzde 47’lik bir halk dilimini hiçe sayabiliyorlar. Ya da iki kişiden birisini yok farz edebiliyorlar. Son yargı hamlesi bunu açıkça ortaya koymuştur.
***
Bir başka husus da 28 Şubat süreci pişmanlarının dön dolaş yine aynı noktaya gelmeleridir. Sözgelimi, 28 Şubat savcısı Vural Savaş daha sonra nedamet getirmiş ve Refah’ı kapatmalarından dolayı pişmanlığını ifade etmiştir. AKP kapatıldıktan ve yürekleri soğuduktan bir müddet sonra ne yaptıklarını anladıklarında yine dizlerini döveceklerinde şüphe yoktur. Basında da bu tipleri yakinen tanıyoruz ve varlıklarını biliyoruz. Bunlardan birisi de Can Ataklı idi. 28 Şubat sürecinin basınla ilgili sırlarından bir kısmını onun itiraflarından öğrendik. Basının aldığı talimatları birinci elden o duyurdu. Peki ne oldu? Yine darbecilerin safına geçti. 28 Şubat sürecinde Erbakan Hoca’nın kusurlu ve hatalı olduğunu söylüyorlardı ve ona karşı çok yönlü hamleye katıldılar ve sonra da pişman oldular. Şimdi neden bir defa daha aynı yola saptılar?
Bu pişmanlık bir yerde Mısırlı tiyatro yazarı Tevfik el Hakim’in şuur dönüşüne benziyor. Tevfik el Hakim her dönemin adamı olmuştur ve o dönem geçince de pişman olmuş ve nedamet getirmiştir. Onun tabiriyle bilincin geri dönüşüne şahit olmuştur. Neden bilinç hep iş işten geçtikten sonra geri geliyor? Anlayan varsa beri gelsin. Önceki darbeden pişmanlık ve nedamet getirenler de her darbenin adamı olup çıkmışlardır. Bu fasit daireyi bir yerinden kırmak gerekmiyor mu? Ama artık bu darbe nedametçilerine veya pişmanlarına bir daha pişmanlık fırsatı tanımamak gerekir. Yoksa olan yine millete olacak. Onlar sonunda pişman olsalar da ağır ve acı bedelini halk ödüyor. Onların pişmanlıkları aslında halkın ödediği bedeldir. Ülke bu bedeli bir daha kaldıramaz. Artık ülke için lüks sınıfına giriyorlar.
17.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|