Karanlıklar olunca akla aydınlıklar gelmektedir. Bundan anlıyoruz ki karanlıklar aydınlıkların değerini arttırmak için yaratılmışlardır. Bütün gecelerin bir sabahı olduğu gibi bütün karanlıkların da mutlaka aydınlıklarla biten bir serüvenleri bulunmaktadır. O halde karanlıklar da aydınlıkların adresini gösterdiği ölçüde değerlidirler.
Hayat şartları bizlere, zifiri karanlıklarda aydınlığa duyulan ihtiyacın daha fazla belirgin bir hâle geldiğini göstermektedir. Bundandır ki bizler de şu yirmi birinci asrın karanlıkları içinde bulunmakta ve iman nurlarıyla âlemimizin nurlanmasını sabırsızlıkla beklemekteyiz. Gecelerimiz çok karardı. Ahirzaman fitnesinden kurtulmak için sarsılmaz ve söndürülemez iman aydınlıklarına ihtiyacımız bulunmaktadır. Bütün fakr ve aczimizle Rabbimizden aydınlık sabahların bir an önce ortaya çıkmasını ve karanlıkları dağıtmasını istiyoruz.
Nura düşman yarasa tıynetli insanların karanlık özlemleri insanlığı büyük bir felâkete sürüklemektedir. Kâinatı aydınlatan Nur-u Muhammedî’nin (asm) değerini anlamaktan aciz olanlar küfür zulmetleri içinde debelenmektedirler. Kâinatı tahkir eden imansızlık hastalığı, eşref-i mahlukat sınıfından olan bir kısım insanları ne yazık ki kurtulması zor karanlık çukurlara sürüklemekte, adeta elmaslar kömürlere dönüşmektedir.
Bütün haşmetiyle insanlık âlemini başta olmak üzere bütün mahlukatı idamdan kurtarmaya hazır olan iman nuru, insanı insan eden özelliğiyle karşımızda durmaktadır. Bütün güzellikler o iman nuruyla değer kazanmakta, bütün mükemmellikler o aydınlıkla nazarlara sunulmaktadır.
İman nurunu insanlığa ve bütün şuur sahiplerine bir kurtarıcı olarak sunan insan-ı kâmil Muhammed’in (asm), kendini düşmanlara bile kabul ettiren ahlâk-ı hamîdesi bir güneş gibi insanlık semasında parlamaktadır. Aklını kaybetmemiş, kalbini günah kirleriyle karartmamış bütün insanlar o nura koşmak istemektedir. Kararlı olanlar, nefis ve şeytanın kayıtlarından kendini kurtaranlar huzura gark olmakta, acizliklerini güce, fakirliklerini zenginliğe tahvil etmektedirler.
Üzücüdür ki bazı hemcinslerimiz akıldan istifa etmiş, kalblerini günahların karanlıklarıyla küsufa uğratmışlardır. Gerçekleri görme melekesinden uzaklaşanlar körleşen gözleriyle serseriler gibi sağa sola koşuşmaktadırlar. Dünyadan ve dünyaya yönelik değerlerden medet bekleyenlerin çaresizlikleri insanlığın yüreğini dağlamaktadır. Ama ne yapalım ki, bazı insanlar kalplerinin, kulaklarının ve gözlerinin mühürlenmesine sebep olmaktadırlar.
Bütün güzellikleriyle hayatları aydınlatan hakikatleri görmemekte ısrar edenler için hiç kimsenin yapabileceği bir şey yoktur ne yazık ki... Gönül arzu ederdi ki, bütün insanlar insan olmanın ifade edilmesi mümkün olmayan lezzetleriyle lezzetlenebilsinler.
Aklı nurlu, kalbi berrak olan her insan, sahip olduğu iman lezzetinden bütün hemcinslerinin nasiplenmesini istemektedir. Ancak yeryüzünde zalimler de vardır ve bu dünya hanında yaptıkları mezâlimin karşılığını görmeden bu dünyadan gitmektedirler. Mazlumların boynu bükük hallerini görmezlikten gelemeyen ehl-i vicdan elbette “Zalimler için yaşasın Cehennem” diyecekler ve zalim ve cahil olanların hakkettikleri cezayı ahirette görmelerini isteyeceklerdir.
İmanlı gönüller, zalimlerden uzak durma nimetiyle hep Rabb-i Rahimlerine şükredeceklerdir. İnsanlık yolunda önemli mesafe almış olanlar elbette Muhammedü’l-Emîn’in ümmetinden olma şerefini, dünyanın bütün değerlerine gönül huzuruyla tercih edeceklerdir.
Allah (cc) ve Muhammed (asm) isimleriyle cezbeye gelen kalplere ne mutlu... Hayatlarını Kâinatın Hâlıkı olan Rablerinin rızası dahilinde geçirenler, Yüce Resûl Muhammed’in (asm) ümmeti olmakla şereflenenlere ve sünnet-i seniyesine uymayı hayatlarının en önemli düsturu haline getirenlere ne mutlu... Dünyanın faniliğini her hâl ve harekette görenlere, ölümün önlenemez gerçeğini hiç unutmayanlara ne mutlu...
17.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|