Türkiye’yi idare edenler, her imkân ve fırsatta hedeflerinin ülkeyi ‘muasır medeniyet seviyesi’ne çıkarmak olduğunu söylemişler ve söylemeye de devam ediyorlar. ‘Muasır medeniyet seviyesi’ çeşitli şekillerde anlaşılsa bile, ortak nokta; hak, hukuk, adalet ve insan haklarının hükümferma olduğu bir seviye olsa gerek.
Hedef bu ‘seviye’ye ulaşmak olduktan sonra bunun hani isim ile tarif edildiği çok da önemli değildir. Bir kısım insanlar bu hedefi ‘batı’ olarak, diğer bir kısım insanlar ‘doğu’ olarak isimlendirebilir. Bu bakımdan, isimlerden önce maksatlar tartışılmalıdır.
Demokrasimiz, tek partili devrini bir kenara koyduktan ve çok partili hayata geçtikten sonra bu hedefi ‘batı’ olarak isimlendirilmiştir. Avrupa Birliği üyelerinin kabul ettiği ‘Kopenhag Kriterleri’ de bu hedefin son yıllardaki isimlendirilmesinden başka bir şey değildir. Yani, hedef ve anlam aynı olduktan sonra bu ‘kriter ve kural’ların nasıl isimlendirildiği fazla bir önem taşımıyor.
Malûm olduğu üzere, yöneticilerin en çok şikâyet ettiği konulardan biri de ‘bürokratik yapı’dır. Bu yapıyı çözmek de ancak AB üyeliği yolundaki ilerlemenin devamıyla mümkündür. Bu bakımdan, iktidara gelen her partiye, “Aman, AB üyeliği yolundaki yürüyüşü aksatmayın, ihmal etmeyin” çağrıları yapılmıştır. ‘Tek başına, iş başına’ gelen AKP’ye de benzer çağrılar yapıldı.
AKP hakkında açılan ‘kapatma dâvâsı’nın ‘kabul edilemez olduğu’nu bir yana bırakıp, ‘maksadı’nı tartışmak belki de daha doğru olur. Bu gelişmenin bir maksadı da, Türkiye’yi AB yürüyüşünden vazgeçirmek olabilir. En azından yansımaları buna sebep olabilir.
Bir kısım insanlar, “AB yolunda ilerlemeyelim de ne olursa olsun” anlayışıyla hareket edebiliyorlar. Öyle ki, geçmişte başka partiler hakkında açılan kapatma dâvâlarına demokrasi adına karşı çıkanlar, son dâvâ karşısında sessiz kalabiliyor.
İktidar partisi aleyhinde açılan kapatma dâvâsı, dış dünyayı daha fazla şaşırttı. Avrupa Birliği yöneticileri ne diyeceklerini şaşırmış durumda. Çünkü, Türkiye’nin de ulaşmayı hedeflediği ‘kriter’ler arasında böyle bir anlayışa rastlamak mümkün değil. Aslında şaşırmakla kalmıyor, nasıl bir tepki ortaya koyacaklarını da bilemiyorlar. Çünkü atılan adım karşısında ‘yanlış’ demek bile yetmiyor. Mesela, İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, ‘’Savcılar her ülkede tuhaf işler yaparlar ama (Türkiye’deki) bu durum astronomik derecede tuhaf’’ demiş. (AA, 15 Mart 2008)
Bu adımlar, Türkiye’nin AB yolundaki ilerleyişine çelme atma anlamı taşıyor. AB yöneticileriyle görüşecek olan siyasetçilerin, bu durumu izah etmeleri mümkün müdür? İzah etmeye çalışsalar bile, hür dünya mensupları bu izahları kabul edebilir mi?
Açılan kapatma dâvâsının sonucunun ne olacağı çok da önemli değil. Böyle bir dâvânın açılmış olması, ‘muasır medeniyet seviyesi’ne ulaşma yürüyüşüne engel olarak algılanacak ve maasef bedelini de yine millet ödeyecek.
Millete bedel ödetmekten vazgeçilsin...
17.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|